Panik gülünç bir kelimedir. Türkçe değildir. Ucuz polisiye romanları ya da yabancı filmleri türkçeleştiren çevirmenler bu kelimeyi sokmuşlardır dilimize. Panik uçuşan kan kırmızısı peleriniyle bir atlı kılığında dörtnala sahneye girer ve Asaf’ın yüzüne yapışıp çöreklenerek sahnede yerini alır. Asaf tabancayla, ölümün karanlık ağzıyla karşılaştığında bile böyle bir ifade takınmadığından seyirci olarak onun yüzünde ilk kez gördüğümüz paniği hemen tanırız, irkiliriz.
Kaya’nın sesi ağlamaklı bir halde, titremektedir.
"Abi Fırat yattı diyor, bu da yattım diyor. Sen yatmadık diyorsun? Hanginiz doğru söylüyorsunuz?"
Asaf başını eğer, eğdi. Tek kelimeyle cevap verir, verdi:
"Emel..."
Seyircilerden biri
"Yok artık!"
şeklinde tepkisini gösterir, gösterdi.
Kaya hiç sesini çıkarmadan Emel'e döner, döndü.
Emel ona elini uzatarak mengenede sıkışıp kalmış bir sesle
"Ben seni seviyorum, Kaya!"
Kaya çok acıklı ve o kadar da içten:
"Yazıklar olsun sana verdiğim emeklere... Ne eksiğimiz vardı? Her akşam evin bulaşığını yıkadım. Çöpü döktüm. Senin için yemekler yaptım, çiçekler aldım, çiçekleri suladım, kitaplarının tozunu sildim. Sümerce tezini temize çektim. Nefret ettiğim halde kereviz yedim, dağda bayırda topladığımız ebegümeçlerini yedim. Sevişmek istemediğim zaman bile seviştim. Yazıklar olsun. Bak Asaf seni sevmiyor bile. Şu kızla gidecek. Sırf onun kadar çeneli değilim diye gittin yattın herifle."
Sesi neredeyse ağlamaklı bir havaya girer:
"Demek birlikte yaşlanamayacakmışız... Git, kiminle evlenirsen evlen. Boş ol, boş ol, boş ol."
Kazak bir Osmanlı erkeğinin günahkar karısını boşamak için söyleyebileceği, ancak 1970’lerde çekilmiş, 1800’lerde geçen komedi filmlerinden tanıdığımız, Kaya'nın zihnine nereden düştüğünü bilemeyeceğimiz bu üç "boş ol"; Emel'i karnına giren üç kurşun gibi sarsar, sarsmıştı.
Kaya herşeyi sessizce, her zamanki kabullenmiş gülümsemesiyle izleyen Gülsen'e döner, döndü:
"Ben eve gidiyorum, benimle gelir misin?"
Emel gözlerini oyuncak bebek şaşkınlığıyla kırpıştırarak Kaya'ya bakmaktadır, bakıyordu.
Kaya ona değil, Gülsen'e bakmaktadır, bakıyordu.
Gülsen elini uzatır ona, uzattı:
"Gelirim".
Kaya bu eli tutar tutmaz film birden hızlanır, hızlandı ve bütün gece Gülsen'den kurtulduğuna neredeyse sevinen Fırat ortaya koşar, Kaya'nın omzuna sertçe vurur:
"Hoop hop... N’oluyoruz yahu? Kim kimi götürüyor?"
Kaya'nın bu yumuşak dokunuşa verdiği karşılık beklenmedik bir sertliktedir. Geri dönüp bütün gücüyle Fırat'ın suratına bir yumruk patlatır. Fırat sendeleyerek geri geri gider ve gösteri sırasında ipleri kopan bir kukla gibi yere oturuverir. Burnundan oluk gibi boşanan kan, gömleğindeki ketçap lekesini örter. Birkaç kadın seyirci korkuyla, ama gerçek bir korkuyla değil filmin en kan-çıkmazsa-para-yok yerinde kapıldıkları korkuyla, çığlık atarlar.
YARIN: REZALET