Saturday, 9 July 2011

Aşkın Alfabesi - Y - Yengeç















Yürüdükçe açılıyordum. Pazar sabahı geç uyanan şehir yeni yeni kendine geliyordu. Yürüdüm yürüdüm, sonra Taksim'de Fransız Kültür'ün önündeki banklardan birine oturdum. Cadde bir parça daha hareketlenmeye başlamıştı. Ter içinde kalmıştım. Tersanenin, dün gecenin kiri pası dayanılmaz bir ağırlık gibi her yerime yapışmıştı. Bir an gözlerim kararır gibi oldu. Arkama yaslanıp gökyüzüne baktım.

"Kolonyalı mendil ister misiniz?"

Gözlerimi açtım. Yanımda uzun, kıvırcık saçlı, cin gibi bakışlı, benden biraz daha genç bir kız oturuyordu. "Yok sağolun," dedim. "Kolonya sevmem."

"Ferahlatırdı" dedi kız. "Kötü görünüyorsunuz."

"Dün gece, çok ağır geçti" derken, o meş'um dün gecenin bir hayal olduğuna karar vermiştim. Gerçek olabilir miydi canım bütün bunlar. Kendimi boşu boşuna üzmenin ne gereği vardı. Hayaldi hayal. Hülyadandı hepsi.

Kız beni dinlememiş, küçük çantasından bir otobüs firmasının verdiği, ince aluminyum paket içinde bir kolonyalı mendil çıkarmıştı bile. Kimbilir hangi yolculuktan kalmaydı. Mendili bana uzatırken damdan düşer gibi ekledi: "Sizi tanıyorum ben. Dün gece televizyonda senaryosunu yazdığınız bir filmi gördüm..."

Sinema öğrencisi filan olmalıydı. Yoksa bir filmin senaryocusuyla kim ilgilenir. "Dün gece mi?" dedim, "Hangisi oynuyordu?" "Düşler ve Zaman..." dedi kız, pek de parlak olmayan bir filmimi hatırlatarak, "Oo, o zaman beni de gördünüz." dedim, "Ben de oynuyorum orada..." Kız hı hıladı, "Tabii... Oradan tanıdım zaten." Başroldeki adamın salak kayınbiraderi rolünde beş dakika göründüğüm film çekileli altı yıldan fazla olmuştu. "O zamanlar gençtim..." dedim, "Daha zayıftım, hem de daha yakışıklıydım..." Kız güldü, "Bir kere hala gençsiniz. Hem bence böyle daha iyisiniz. Biraz kilo almak size olgun bir hava vermiş..." Olgun... Sonunda biri bana olgun da demişti işte.

"Melekler gibi konuştunuz." dedim. "Meleklerin nasıl konuştuğunu nereden biliyorsunuz ki?" dedi.

O zamanlar tabii, seni tanımıyordum Tim, tanısam hemen senden bahsederdim. Çatal diline rağmen, bana kurduğun tuzağa rağmen, meleklerin çok güzel şeyler olduğunu söylerdim.

Kız Fransız Kültür'de kursa geliyordu. Pazar sabahı kursuna biraz erken gelmişti. Kendisi de bir şeyler yazıyordu. Eğer vakit ayırabilirsem göstermek isterdi. Olaylara aynı şekilde yaklaşıyorduk. Uygun bir noktada sözünü kestim: "Özür dilerim, kızmazsanız size birşey soracağım." "Tabii buyrun."

"Burcunuz ne?"

Ne cevap alacağımı çok iyi biliyordum. 60'lı yılların sonuyla 70'li yılların başlarında doğan yengeç kızlarının bazıları güneşteki bir takım patlamalardan etkilenmişlerdi ya da mayalarında bir tuhaflık vardı herhalde. Hepsi büyülenmiş gibi gelip beni buluyorlardı. Gözlerimi kapadım, hemen kalkıp gidebilirdim ya da en azından kısa bir süre için kaderimin bu son oyununun zevkini çıkarmaya çalışabilirdim. İkinci yolu seçtim.

Yarın: Zaman