Sunday 3 July 2011

Aşkın Alfabesi - S - Sultaniyegah





Sultaniyegâh: a. Müz. Türk Müziğinde bir şed makam. (Buselik makamının yegâh [re] perdesindeki şeddidir. Kararı yegâh [re], güçlüsü dügâh [la], donanımı si'dir. [si küçük mücennep bemolü-kürdi]. Bu makamın icrasında hümayun geçkisi yapılması adet olmuştur. Makam, Hammamizade İsmail Dede Efendi tarafından Mahmut II'ye ithaf olunduğundan sultaniyegâh olarak adlandırıldı. 1930 yıllarında bu makama "milli yegâh" gibi uydurma bir ad takıldıysa da bir süre sonra eski adıyla anılmaya başlandı. Bugün elde 250 kadar sultaniyegâh yapıt bulunmaktadır.) Büyük Larousse.

Dünyanın bilgisi inanılmaz büyüklükte bulutsu bir yığındır. Doğmadan önce o bulut yığınının bir parçası halinde boşlukta yüzeriz. Bize ilişkin yaşamsal bilgi, anne babamızın genlerinde işlenmiştir. Doğarız ve bulutsu bilgi yığınına kendi çapımızda katkılar yapmakla ömrümüz geçer. Aklın ve deliliğin sınırına giren herşey o bulutun içindedir. Ben, Sen, O, Biz, Siz, Onlar o bulutun içindedir. Tim o bulutun içindedir. Hiç çıkmamıştır. Işık o bulutun içindedir. Asaf o bulutun içindedir. Ban, Cırlop, Kentegirge, o bulutun içindedir. Aşk o bulutun içindedir. Alfabe o bulutun içindedir. Ölürüz ve sonsuza kadar o bulutun bir parçası oluruz. Melekler, insan aklının yarattığı binlerce hayal ürünüyle birlikte o bulutun içindedir. Seninle o gece tanışabilirdik Tim. Benim ölmüş insan bilgim, o yoğun buluta karıştığında, senin doğmamış hayal çocuk bilginle karşılaşabilirdi o gece. Ama beklememiz gerekiyormuş.

Tetiği çekmiştim. Herşey bir anda sessizleşmişti. Ama beklediğim hiç bir şey olmamıştı. Ölüm böyle, hiç bir şey olmaması mıydı acaba? Tabancayı ağzımdan çıkardım. Namlunun ucu pırıl pırıl parlıyordu. Tetik hala parmağımın ucunda sert sertti. Şöyle bir yokladım. Havaya doğru tutup bir kez daha çektim tetiği. Aynı gülünç ses, aynı zavallı patlama bir kez daha duyuldu. Tabanca tutukluk yapmasaydı beynimi dağıtacak olan kurşun tersanenin tavanında bir çiyuv sesi çıkardı. Hayatın bana tanıdığı bu son şans başımı döndürmüştü. Kalbim tam tam çalmayı bir an için bıraktı. Bunca akıl dışılığa dayanamayan zavallı beyinciğim çareyi kendinden geçmekte bulmuş olmalı. Herşey bir anda uzaklaşıverdi. Beyazımsı bir karanlıkta, daha doğrusu boz, bulutsu bir aydınlıkta insanı rahatlatan, incecik, yumuşacık sesler kulağıma bir şeyler fısıldıyordu. Alfabenin harfleri tek tek yankılanıyordu bulutun içinde:

Aa, Bb, Cc, Çç, Dd, Ee, Ff, Gg, Ğğ, Hh, Iı, İi, Jj, Kk, Ll, Mm, Nn, Oo, Öö, Pp, Ss, Şş, Tt, Uu, Üü, Vv, Yy, Zz.

İpeksi, arp telleri bin bir tatlı çıngırtıyla yüzümü okşuyordu, kıldan ince balık kılçıkları, tombicik kırkayak eller, kelebek tozlu parmaklar, ıslak bebek dudakları, sütümsü ayva tüyleri, ıslık çalan göbek delikleri, öpüşürken birden insanın burnunu sarsan tükürük kokusu, bacak aralarının yapışkan kayganlığı, kulağımda yirmi dokuz ayrı ses, Türkçe'nin her sesi bir kelime halinde çınlıyor, yirmi dokuz melek, yirmi dokuz pericik hep bir ağızdan anlamsız bir tekerleme okuyordu:

Alaturka, Türkiye’de bütün aşkların yükselen burcudur. Burçların cinsiyeti yoktur, insanlar cinslere ayrılır. Ayrılan Cinsler, ara sıra bir araya gelirler. Sonra da biz geliriz: Çocuklar yani. Her çocukluk hafif bir Deliliktir. Evlilik çocuklar için yapılan ama çocuklara yasak bir filmdir. Filmlerde ve evlilikte bol miktarda gerilim bulunur. Gerilim, hep yalnız olduğumuzu çok iyi bildiğimiz halde bilmezden geldiğimiz anlarda doğar. Ğ, Türkçe’nin bu konuyu en iyi anlamış harfidir. Hediyeler aşka iyi gelir, unutmaya gelmez. Işık, iyiliğin bir ismidir. İsim, ışık saçan bir kelimedir. Jaluzi, ışığı keser, kıskançlık demektir. Karanlık, aşk için uygun bir yerdir. Lanet, uygun bir yer değildir, uğramamak gerekir. Masal, kendi uydurduğumuz ve kendimizi bulduğumuz bir ülkedir. Naz, Orospuların unuttuğu bir şeydir. Herkes birgün orospuluğu öğrenir. Öğrenmek, iğrenmek gibi Panikle sonuçlanır. Rezalet çıkar. Sultaniyegâh, alaturkada aşkın bir makamıdır. Şaşkınlık, makamsız kalmaktır. Her aşktan sonra iyi bir Temizlik yapmak mecburidir. Unutmak en zor iştir. Ümit boşunadır. Vahşiler tarafından sarılmış durumdayız. Yengeçlere yem olacağız. Zaman geçip gidecek üzerimizden.

Dumanın ortasında bir ışıldama oldu. Küçücük sarı kelebekler bir çiçek dürbününde yuvarlanan cam kırıklarıymış gibi simetri içinde uçuşarak ışığın ortasından çıktılar. Çember şeklinde dönüp durdukları yerlerinde önce havada kıvıl kıvıl danseden minicik tırtıllara, ipekböceklerine dönüştüler. Sonra ışık daha da gözalıcı bir hale geldi. Ve hepsinin ortasında baş melek olduğunu anladığım yaratık belirdi. Saçları havada bir daire çizecek, meleğin başını çocuksu güneş çizimlerine benzetecek biçimde uçuşuyor, her bir saç telinin ucunda bir ipekböceği deliler gibi çalışarak saçı uzattıkça uzatıyordu. Baş meleğin gövdesi ışıktan yapılmış gibiydi. Bacaklarının arasını ve göğüslerini örten parlak beyaz kumaş sonsuza kadar uzanıp gözden kayboluyordu. Ayakları yere değmiyordu. Az önce bir şarkının başlamış olduğunu farkettim. Baş melek bu şarkıyı söylüyordu. Ben çok gençken, senin yaşındayken Tim, çok meşhurdu bu şarkı. Bak içim garip oldu şimdi. İyi ki kendimi öldürmeyi başaramadım. Çocukluğumu özledim birden. Arkadaşlarımı özledim. Keşke biraz daha akıllı, biraz daha olgun davranabilseydim. Nereden çıktı şimdi bu şarkı?

Şamdanları donanınca
Eski zaman sevdalarının
Başlar ay doğarken
Saltanatı sultaniyegahın

Melek bir kanat çırpışıyla burnumun dibine kadar yaklaştığında uzaktan göründüğü kadar güzel olmadığını gördüm. Dudaklarının üstü kırışmış, tüylenmişti. Gözlerinin altında mor halkalar vardı. Elleri çatlak çatlaktı, kirliydi tırnaklarının arası. Tül elbisesi ipliklenmişti.

Tende nemli yumuşaklığı
Denizden gelen ahın
Gizemli kanatları
Ruhta ölüm karanlığının

Ölüm bu muydu yani? Kanatları küçükken bizi çıkardıkları okul müsamerelerindeki meleklerin kanatlarına benziyor. Telden ve kağıttan yapılmış sanki. Bu ostrişler, bu gelin telleri, bu yaldızlar... Bu tırtıllar plastik. İpek değil, naylon elyaf bu saçlar. Ne biçim melek bu? Ağız hareketlerini şarkıya uydurmayı, doğru dürüst play-back yapmayı bile beceremiyor. Ölüm bu mu? En az yaşarkenki kadar saçma herşey.

Ölmüyordun ki Umur. Ölmek için çok gençtin.

YARIN: ŞAŞKINLIK