Asaf da kıpırdamadan arkamda duruyordu. Yavaşça döndüm. Bana uzun uzun baktı sonra, gözlerini kapadı, başını kaldırıp "Lanet..." dedi, "Karının laneti öyle bir çöktü ki üzerime..." Dili dolaşıyordu, sanki gözü kapalıyken başı çok fena dönmüş gibi hemen gözlerini açtı, önce yıldızlı gökyüzüne sonra bana baktı, "Yıldız'a gittik yine." dedi, "Arkamdan öyle bir lanet okudu ki, yakama yapışıp kaldı. Bırakmıyor..."
Işık'ın gittiği yönü başıyla işaret ederek, birşey söyleyecek gibi yaptı, vazgeçti, sonra birden "Hayat" dedi, " çok acıklı birşey. Bu aşklar, sevgililer, herşey..." durdu, lafını bitiremedi. "Sen bu kızı nereden tanıyorsun?" dedi.
Ağır çekim: Yerden bir hurda demir parçasını kapıp havada şöyle bir çevirdikten sonra Asaf'ın alnının ortasına indirdim. Kan çıkmadı. Gözlerimi kırpıştırarak bu görüntüden kurtulmaya çalıştım. "Ne biçim adamsın" diyebildim, "Herkes sana aşık"... Partiye girmek için yanımızdan geçen iki kişi tuhaf tuhaf bir bana bir Asaf’a baktılar.
Asaf sendeleyerek yanıma yaklaştı. "Bu başka Umur. İnan başka. Bu kız herkes değil...”
Derken Tim, bana ilk defa senden bahsetti. Seni hayal bile edemezdim tabii ki, sen o an benim için de, Asaf için de bir kavramdan, çocuk adlı bir kavramdan ibarettin.
“Şu gördüğün kız var ya, hayatta en büyük ikinci aşkımdı benim. Yani bir şu Yıldız orospusu, iki bu kız. Bu kız, benden bir.. bir bebek aldırdı. Çocuk yapmak istediğim ikinci kadın, hayatımın kadını, çocuğumuzu lağımlara atıp benden kaçtı. Seneler sonra burada karşıma çıkıyor düşün. Bu kalabalığın arasında. Kapıdan girer girmez onca insanın arasında Işık’ı gördüm, son yarım saattir önünde diz çökmüş yalvarır durumdaydım... Onu unutmama imkan yok. Işık, Işık, Işık..."
Sesim titreyerek sözünü kestim, "Adını biliyorum" dedim, dur, söylemesen de olur, arkanı dön çek git, peki ne halin varsa gör, söyle madem aşamalarından geçtikten sonra ekledim: "Bodrum'da tanıştığım kız, aşık olduğum hani, buydu"...
Asaf sarhoş sarhoş gözlerini açtı. Anlamadığım bir kelime, ya da kelime olmayan bir ses çıktı ağzından. Sonra "Sen?" dedi, durdu, ellerini iki yana açıp gülerek "Yani, kardeşim, hayata bakar mısın?" dedi. "Geçen gece Işık aradığında bu yüzden mi kaçtın yani?.." Birden iyice yanıma gelip, elini enseme koydu. Sıkı sıkı kavrayarak "Umur... Bildiğin gibi değil. O kız, benden nefret ediyor. Ben birşey yapmadım ki. O geceden beri ilk defa, burada, o da tesadüfen karşılaştık. Gördün, benden nasıl kaçtı. Konuşmak bile istemiyor. Hayvan muamelesi yapıyor bana, bir pislik, kuduz bir kunduz görmüş gibi."
Sesi değişti. Alttan alan bir tonda "Biz.. seninle.. iyi arkadaşız." dedi, "Sen benim en iyi arkadaşımsın. En iyi arkadaşım." Yüzüme doğru sıcak sıcak soluyordu. Aklından neler geçtiğini bilemiyordum tabii ama dudakları dudaklarıma doğru uzandı. Başımı son anda çevirdim, sıcak ıslaklık ağzımın kıyısını sıyırdı ve öpücük yanağımı buldu. Asaf ensemi sıkı sıkı kavramış durumda, başını omzuma yasladı. Yeşillenmiş bronzdan, üzeri kuş kakasıyla benek benek süslenmiş bir "Meçhul Gay'e Ağıt" anıtı gibi, sanki bin yıldır orada duruyormuşuz, bir bin yıl daha duracakmışız gibi, girişte çakılı kalmıştık.
"Umur, kendine dikkat et".
Fırat yanımızda belirmişti. Asaf beni bırakıp reveranslar yapmaya başladı. "Oo, Fırat bey, selamlar, selamlar efendim"... Fırat aşağılayıcı bir tavırla yere baktı, "Biri yere selam düşürmüş!" Nefretle yerdeki hayali selam nesnesinin üzerine tükürdü. Asaf çok şaşırmıştı, "Selamımı almayacak mısın Fırat?" Fırat dişlerinin arasından tükrükler saçarak "Selamını düşürdüğün yerden kendin alacaksın abi..." dedi. "Öyle birşey öğrendim ki bu gece..."
Asaf dönüp hiç bir şey anlamamış bir ifadeyle bana baktı. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Fırat hiddetle "Biz seni abi yerine koyup her şeyimizi anlatıyoruz, sen bize oh oh masal anlatıyorsun” dedi, “Biz aşktan meşkten bahsederken beyefendi karıyı götürüyormuş haberimiz yok..." Asaf şaşkın gözlerini açtı yine, "Hangi karıyı?" Fırat "Emel" diye höykürdü. Asaf sanki tanımıyormuş da bir yerden çıkaracakmış gibi kendi kendine "Emel, Emel, Emel" diye tekrarlarken, Fırat bağırmaya devam ediyordu: "İbnelik bu senin yaptığın... Kimsin sen abi? Bu kadar zenginsin, niye bizim gibi heriflerle Köpeklerde möpeklerde sürtürüyorsun? Git hayatını yaşa. Barselona'lı kızlara tak. Yaşıtlarınla takıl. Bizim kızlarımızı da bize bırak".
Asaf kendisinden umulmayacak bir kızgınlıkla, birden aklına gelmiş gibi, "Emel!" diye bağırdı, "Emel söyledi değil mi? Biliyordum böyle bir şey yapacağını... Nerede o?" Hızla dönüp dev kapının deposuna yöneldi.
Fırat da Asaf'ın peşinde koşacak oldu, "Fırat!" diye bağırdım, beş-on metre uzaktan bana döndü: "Fırat Fırat, ne Fırat'ı?” Alttan alarak, “Yürü gidelim, içeriye girersek işler çok büyüyecek, altında kalkamayacağız” dedim. Fırat’ın öfkesi bana yöneldi: “Herif senin aşkını daha çıtır bebeyken götürmüş, sen hala beni durdurmaya çalışıyorsun. Nedir bu kardeşim, bu herifin tarafında mısın, bizim tarafımızda mı? Adam bizi elma şekeriyle kandırıp kucağına oturtmuş, masal anlatırken ırzımıza geçmiş haberimiz yok. Masal masal matitas. Yok artık öyle masal. Benim gözüm açıldı."
YARIN: MASAL