Başrollerini Öykü Karayel, Fatih Artman, Nejat İşler ve Deniz Işın'ın paylaştığı dram ve gerilim türündeki “Evcilik” sinemaseverlerle buluştu. Film, zengin şehirli bir çift ile yoksul köylü bir çift arasındaki karşılıklı özenti ve haset duyguları üzerinden sınıfsal çatışmaları ele alıyor. “Evcilik” seyircilere ne vaat ediyor?
Gerilim, heyecan, kara mizah, dram ve sevgi hepsi bu filmde var. (Gülüyor.) Film öncelikle sinemada sıkılmadan vakit geçirmeyi vaat ediyor ama boş bir eğlencelik de değil. İzlerken eğlenmeyi, sonrasında üzerine düşünmeyi ve hayatımızı sorgulamayı vaat ediyor.
“Evcilik”, Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda “En İyi Senaryo” ödülü kazandı. Nejat İşler'e de “En İyi Erkek Oyuncu” ödülü layık görüldü. Bu ödüller sizi ve ekibi ne yönde motive etti? “Evcilik”in Türk sinemasına katkısını nasıl değerlendirirsiniz?
Ödüller elbette filmin daha görünür, duyulur olmasını sağlıyor. Gişeyi genelde etkilemiyor, ticari getirisi o yüzden yok denebilir. Ama yaptığınız işin meslektaşlarınızdan oluşan bir jüri tarafından takdir edilmesi “Test edildi onaylandı” vurgusunu yapıyor. Ama benim için asıl takdir seyirciden ve çok daha uzun vadede gelir. Senaryosunu yazdığım, hiçbir festivalde ödül almayan film “Teyzem”, bütün işlerim içinde hâlâ en çok hatırlanan, konuşulan işlerden biri. Festivaller, kısa vadede gişe başarısı tabii ki mühim ama 10 yıl sonra, 20-30 yıl sonra da hatırlanacak ve sevilecek bir film yapabildiniz mi, bence esas mühim olan o.
“Evcilik”in konusunu ve oyuncu ekibini oluştururken hangi faktörler belirleyici oldu?
Filmin hikâyesi aklımda çok uzun süre önce canlandı. Milan Kundera'nın “Otostop Oyunu” adlı hikâyesini çok sevmiş ve uyarlamak istemiştim. O uyarlama gerçekleşemedi ama hikâye kafamda döne döne bambaşka bir hâl aldı, orijinal hikâyeyle ilgisi kalmasa da ilk ilhamı ondan aldım diyebilirim. Senaryoyu filmin ortak yapımcısı Nejat İşler'e 2023 yazında sundum. Nejat senaryoyu sevdi ve arkasında durdu, film en çok onun önderliğinde yapıldı. Tabii ki yapımcı Emre Oskay'ın desteği ve ortaklığı sayesinde. Oyuncu olarak Nejat İşler ve Öykü Karayel aklımda hep vardı. Diğer oyuncular için çeşitli isimlerle görüştük, sonunda anlaştığımız Fatih Artman ve Deniz Işın çok çok iyi iş çıkardılar. Oyuncu kadrosunun tümünden çok memnunum, kendimi çok şanslı sayıyorum onlarla çalışabildiğim için.
Ege’deki çekimlerden biraz da bahsedelim… O süreç nasıl geçti?
Filmi Assos yakınlarındaki Sivrice'de çektik. 17 günlük çekim sürecinin öncesinde sadece oyuncular, görüntü yönetmeni ve sanat ekibiyle çekim mekânına gittik ve 4-5 gün boyunca hareketli prova yaptık. Son derece profesyonel, iyi anlaşan ve işini iyi yapan bir ekiple çalıştık. Sıcak dışında bir sorun yaşamadık. Özellikle av sahnesini ve Athena Tapınağı'nı çektiğimiz günlerde unutamadığım bir sıcak vardı.
Toplum ve sosyal medya, birbirini derinden etkileyen iki önemli kavram olarak karşımızda duruyor. Filmde ayrıca günümüz toplumunun sosyal medya bağımlılığı ve "mutluluk" görüntülerinin yarattığı sahte hissiyat da ele alınıyor. Sosyal medyanın toplum üzerindeki etkileri ve toplumsal değişime katkıları hakkında neler söylersiniz? Sosyal medyanın olumsuz etkilerinin önlenmesi nasıl sağlanabilir?
Ben de bir internet ve sosyal medya bağımlısıyım. Fotoğraf paylaşmadığım, bir iki fikir paylaşmadığım günler kendimi eksik hissediyorum. Twitter (X) artık çok berbat bir yer hâline geldiği için oradaki tüm paylaşımlarımı sildim ve artık kullanmıyorum. Ama Instagram, BlueSky ve Facebook'ta hâlâ tiryakiliğim devam ediyor. O yüzden filmde eleştirdiğim karakterle aslında kendimi de eleştiriyorum. Sosyal medya benim hayatımda genelde olumlu etkiler yarattı. Filmlerimle ilgili fikirleri, haberleri orada paylaştım, duyurdum. Yaptığım resimler ilk kez orada dikkat çekti, iki sergi açmama yol açtı. Çok özel arkadaşlar da edindim. Ama olumsuz etki yarattığı insanlar da vardır eminim. Fakat bunun önüne geçmek bence imkânsız. Olumsuz etkilere açık bir insan sosyal medya yasaklı veya kısıtlı da olsa, gider çevresinden, TV'den, korsan videolardan vb. etkileri bulur. Önemli olan insanları o "olumsuz etkiler"e kapılmayacak kadar iyi eğitebilmek. Yoksa o "etkiler" hep olacak.
“İlk yazdığım senaryodan beri filmlerimin içinde kara komik unsurlar var”
“Evcilik”, kara komedi bir film. Kariyerinize baktığımızda kara mizaha karşı bir ilginiz olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Sizi bu alanda yapım üretmeye iten şey nedir?
İlk yazdığım senaryodan beri filmlerimin içinde kara komik unsurlar var. Bunu bilerek yapmadım, kendiliğinden gelişti, çünkü tabiatım öyle. Ben hayata kara mizah gözlükleriyle bakan biriyim. “Teyzem” adlı filmimde kadının delirip sabaha karşı banyoda zıpladığı bir sahne vardır. O sahneyi çok acıklı bularak, içim kan ağlayarak yazmıştım aslında. Ama ilk izleyişte, sinemada tüm seyirci kahkahalarla güldü. Anladım ki benim trajik bulduğum şey aslında kara komedi. O kara mizah bütün filmlerime yansıdı.
Filminizi bir kenara koyup biraz sinema verileri üzerine konuşacak olursak… Türkiye’de 2022 yılında 35 milyon 754 bin 644 olan sinema seyirci sayısı, 2024'te yaklaşık 4 milyon kişi azalarak 31 milyon 5 bin 844 oldu. Bir zamanlar Amerika’nın kültürel hegemonyasının en belirgin simgelerinden biri olan Hollywood da Covid-19 salgını ve grevlerin ardından ciddi bir duraksama dönemine girdi. Sinemanın mevcut durumu ve geleceği hakkında neler söylersiniz?
Ekonomik ve sosyal değişimlere göre insanların sinema salonlarına gitme, film izleme alışkanlığının değişmesi normal. Daha da değişecektir. Değişmeyecek olan şey, insanların hikâye izleme ihtiyacı. Bu Antik Yunan'dan beri tiyatro olarak vardı. Sinema, tiyatroya benzer bir şey olarak başlayıp kendi başına bir sanat dalı hâline geldi. Sinema salonda izlenebilir, TV'den izlenebilir, dijital kanallardan izlenebilir, belki bir gün kafamıza bir çip takıp gözlerimiz kapalı izleyeceğiz hikâyeleri. Teknoloji, ortamlar değişecek ama hikâye izleme ihtiyacı hep aynı kalacak. Biz de (biz derken tüm dünya sinemacılarını kast ediyorum) değişimlere ayak uydurmak zorundayız.
Bağımsız sinema, büyük yapım şirketlerinden ve ticari kaygılardan bağımsız olarak özgür bir şekilde yaratılan ve çoğu zaman toplumsal eleştiriler içeren filmleriyle sinema dünyasında önemli bir yer tutuyor. “Bağımsız sinemacı” olarak piyasada var olmanın avantajları ve dezavantajları nelerdir?
Ben aslında "ticari" sinemadan geliyorum. Ertem Eğilmez, Atıf Yılmaz gibi isimlere senaryolar yazdım. Bu işi onların yanında öğrendim. Ama bir noktadan sonra ticari sinemanın talepleri bana çok dar gelmeye başladı, kendi yolumu çizmeye çalıştım. Ama “9”, “Ara”, “Nar”, “Aşk”, “Büyü” gibi filmlerimi çok küçük bütçelerle bağımsız koşullarda yaparken “Anlat İstanbul”, “Sofra Sırları” ve “Ses” gibi daha büyük bütçeli ve görece ticari koşullarda yaratılmış filmler de çektim. Bağımsız sinema yapmanın avantajları ortada. Karışan görüşen az oluyor, özgürsünüz, istediğinizi yapıyorsunuz. Dezavantajlar da herkesin tahmin edebileceği şeyler. Genelde küçük bütçelere mahkûm kalıyorsunuz, filminize festivaller dışında gösterim alanı açmanız zor oluyor. Az para kazanıyorsunuz ya da hiç.
“Beyaz perdede yüzlerce kişiyle birlikte film izlemenin yerini hiçbir şey tutamaz”
Dijital platformların sinemaya etkisi, son yıllarda büyük bir dönüşüm yarattı. Netflix, Amazon Prime Video, Disney+, HBO Max ve Apple TV+ gibi dijital platformlar, geleneksel sinema izleme alışkanlıklarını köklü bir şekilde değiştirdi. Dijital platformlar sinemanın yerini tutabilir mi?
Beyaz perdede yüzlerce kişiyle birlikte film seyretmenin yerini bence hiçbir şey tutamaz, o bambaşka bir deneyim. Glasgow'da 1000 kişilik sinema salonunda, hop oturup hop kalkan, tezahürat yapan bir seyirci kitlesiyle “Barbie” filmini seyrettim geçen sene. Dev bir parti gibiydi. Çocukluğumun sinemalarını hatırladım. Ama 30-40 kişilik ufacık salonlara bölünen, ufacık ekranlı cine-plex sinemalar yüzünden o deneyim de tatsızlaştı. Günümüz ekonomisi insanların sinemaya gitmesine izin vermiyorsa, evde dijital platformlardan seyretmek hem rahat hem ekonomik geliyorsa diyecek bir şey yok. Bu akışı nasıl kendi lehimize, sinemanın lehine kullanabiliriz onu düşünmeliyiz.
Öte yandan yapay zekâ ve sinema son yıllarda giderek daha fazla birbirine entegre olmaya başladı. Yapay zekânın sinemada kullanımı hem film yapım sürecinde hem de sinematik deneyimin izleyicilerle etkileşiminde önemli bir rol oynamaya başladı. Yeşilçam’ı da yaşamış biri olarak film yapımında yapay zekâ desteğine nasıl bakıyorsunuz?
Yapay zekâ bir oyuncak olarak eğlenceli ama bunu "Ben yepyeni bir şey ürettim" diye ortaya sürmek açık açık emek hırsızlığı ve sanatla ilgisi yok. Çünkü yapay zekâ ile üretilen işler orijinal değil, internetteki başka işlerin harmanlanmasından oluşuyor. Yapay zekâ olarak gördüğümüz her şey daha önce yapılmış, başkasının emeğinden çalınmış. Ben İngilizce yazdığım kimi metinlerin yazım yanlışlarını düzetmek dışında yaratıcı alanlarda yapay zekâ kullanmadım. Kendi kendine eğlenmek dışında kullananları, orada ürettikleri görselleri yayımlayanları da küçümsüyorum ve ayıplıyorum. Yapay zekâ muhasebe yapsın, teknik çizim yapsın, pratik konuları çözsün, yaratıcı insanlara ve emeklerine dokunmasın mümkünse.
“Emek” dediğimiz şey hiç şüphesiz insan yaşamının gelişimi, üretim süreçleri ve toplumsal refah için kritik öneme sahip. Son olarak yeni bir proje üzerinde çalıştığınızı da biliyorum. Okuyucularımıza ondan da bahseder misiniz?
Glasgow'da çekmek istediğim bir proje var. İskoç bir yapımcıyla üç yıldır üzerine çalışıyoruz. Screen Scotland'dan “Geliştirme Desteği” aldı ama bütçesi henüz tamamlanmadı. Bugünlerde en büyük hayalim onu İngilizce olarak orada çekmek. Unutmak/ hatırlamak ve yas üzerine bir hikâye. Bir de burası için yeni yazdığım bir korku ve gerilim filmi projem var. “Hamlet”ten esinlenen çok serbest bir uyarlama. Hangisi önce olur zaman gösterecektir.
Bu röportaj 4 Ocak 2025'te Tercüman Gazetesi'nde yayınlandı.
https://www.tercuman.com/roportaj/umit-unal-seyircinin-hikaye-izleme-ihtiyaci-bitmez-503/