Sunday 7 October 2012

Reality Check



Gerçeklik kontrolü: Dünyayla ve gerçeklikle bağlantıyı kontrol edip kendine gelmek. Her insanın, ama özellikle cennet vatanımızda yaşayan herkesin; sabah ve akşam olmak uzere günde en az iki kere "reality check" yapması şarttır. 
Derin bir nefes alıp hayatın en temel gerçeklerini saymak (Adım şu, yaşım bu, işim bu. Su 100 derecede kaynar. 2 kere 2, 4 eder, son 5-6 aydır kendim dahil kimseye yalan soylemedim. Kimseye borcum yok. Dört iyi arkadaşım var. vs.) nerde durduğumuzu bir gözetmek, kısa bir hesaplaşma yapmak çok zor değildir.

Kahvaltıdan sonra diş fırçalamak kadar kısa sürer. Ama ruh sağlığı için daha elzemdir.
Mesela, gelin dünya ahvali hakkında kısa bir “reality check” yapalım:
Dünyada batı-doğu yoktur. Zenginler ve fakirler vardır. Ezenler ve ezilenler, haklılar ve haksızlar, zalimler ve mazlumlar vardır.

Ve bunlar dünyanın her ülkesinde vardır. Batı diye örnek aldığımız, insan hakları konusunda örnek gösterdiğimiz ülkeler de her türlü haksızlığı, zulmü işlemiş, yer geldiğinde işleyen ülkelerdir.

Ama hasbelkader, insan aklının en özgürlükçü ürünleri de batıda çıkmıştır: İnsan hakları, akılcılık, özgür düşünceye saygı vs. Dünyanın her ülkesinde olduğu gibi, batı ülkelerinin kendi içinde de bu "batı kriterleri"ni karalamaya çalışanlar vardır.
İnsan hakları kavramı batıda doğmuştur. Fransız ihtilali sırasında, her insanın, sadece Fransız olanların değil herkesin, eşit haklarla doğduğu, bu dünya üzerinde bildiğimiz kadarıyla ilk kez dile getirilmiştir ve bu ilke evrenseldir. İnsan haklarına bağlı tüm kriterleri tabii ki evrensel saymak zorundayız. Bugün dünyanın herhangi bir ülkesinde bu kriterler ihlal ediliyor olabilir. Bunların hepsine karşı durmak zorundayız. Kendi ülkemizdekilere de.
“Batı” dediğimiz şey tek bir merkezden karar veren bir bütün değildir. Kendi içinde çatışan, savaşan bir sürü güçten oluşur.

Yaşadığımız ülkede nasıl cahiller, hırsızlar, haydutlar, zorbalar varsa bol miktarda "batı ülkeleri"nde de vardır onlardan. Ama burada nasıl akla, sağduyuya inananlar varsa, batıda da vardır. Bu insanların önce birbirlerini anlamaları sonra da güçlerini birleştirmeleri zorunludur.

Çatışma doğu ve batı arasında değildir. Çatışma akıl/akıldışı, zalim/mazlum, zengin/fakir, ezen/ezilen arasındadır.

Zorbalar, hırsızlar, yol kesip adam soyanlar işte bunu anlamamızı istemiyorlar. Batı olsun doğu olsun başka ülkelerde aynen benzerimiz insanların yaşadığını bilmemizi istemiyorlar. Birbirimizi anlamamızı ve güçbirliği yapmamızı istemiyorlar. Çünkü her ülkenin kendi içindeki “kapalı düzen” kapalı kalsın, düzen sürsün istiyorlar. O yüzden "batı" diyorlar, “doğu” diyorlar.

Sadece ülkeleri ayırmak yetmiyor. Bazen ülke içinde de o din bu din, o ırk bu ırk diyorlar. Mezhep diyorlar. Akla kara diyorlar.
Halbuki akın da karanın da iyileri kötüleri, zenginleri fakirleri, zalimleri mazlumları var.
Kötüler ve zalimler ak da olsalar kara da olsalar birbirlerini gayet iyi anlıyorlar ve çoğu zaman gayet güzel işbirliği yapıyorlar. En güzel işbirliğini de mazlumların, iyilerin, fakirlerin kafasını karıştırmak için yapıyorlar.
Bu hafta bir film festivali için Almanya'daydım. Üç Türk arkadaşla yürüyorduk. Uluslararası bir futbol maçı vardı. Bulunduğumuz ufak şehir polis ve futbol kalabalığı kaynıyordu. Futbol kalabalığının çoğunluğu “neo-nazi” denebilecek tiplerdi. Bir birahane kalabalığından “Almanya Almanlarındır, Yabancılar dışarı” diye bağırdılar bizim tarafa doğru. İşsiz güçsüz üç Alman genci birahaneden çıkıyorlardı. Biri bize baktı ve iki eliyle makineli tüfek işareti yapıp bizim Türk grubunu “taradı”sarhoş sarhoş sırıtarak.
Almanya'da milyonlarca zavallıya başlarına gelen işsizliğin, yoksulluğun, harcanan gençliklerinin sebebinin Almanya'daki Türkler olduğu öğretilmiş. Türklerden kurtulsalar iş bulacaklarını, mutlu olacaklarını ve belki maçı da hep alacaklarını sanıyorlar.
Tanıdık gelmiyor mu biraz?
Tabii ki Almanya sokaktaki neo nazi gençlerden ibaret değil. O akşam film gösterimi için sinema salonunda buluştuğumuz insanlarla, herhangi bir ülkedeki insanlar kadar yakındık ve aynı dilden konuşuyorduk. Türkiye'de çok mütevazi koşullarda yapılmış bir film üzerine daha önce Londra, Tel Aviv, Beyrut, Ankara, Antalya, Gaziantep, İstanbul ve daha bir sürü şehirde neler konuştuysak onları konuştuk. Herkes filmi anlamıştı, anlamaktan öte hissetmişti. Sokaktaki serseri gençlerin hiç bilemeyeceği bir dilden anlaştık. O akşam Türk ya da Alman değildik. Sinemaya inanan, hikayelerin gücüne inanan bir avuç insandık.
Bir gün dünyanın her yerinde birbirini anlayabilecek, güç birliği yapabilecek insanların sabah kalkıp bir “gerçeklik kontrolü” yaptığını hayal edin. Üstümüze üstümüze gelen karanlığı yırtacak bir güç oluşturabilir miydik? Evet diyenlere “naif”, “hayalci” diyenler çıkacak biliyorum. Neyse ki dünya naif hayalciler sayesinde ayakta kalıyor. 
(Bu yazı Boxer dergisi 2012 Ekim sayısında yayınlandı.)