Şu
günlerde her yerde Ümit Ünal adını görüyoruz sanki. Yeni
romanınız "Bana Göre Kıyamet" raflara çıktı ama 10
gün kadar sonra da yeni filminiz "Sofra Sırları"
geliyor. Bir yandan İstanbul Modern'de devam eden retrospektifiniz
var... Güzel bir hareketlilik... Romanla filmin bu kadar yakın
çıkışı planladığınız bir şey miydi?
Değildi,
tamamen rastlantı, planlasam da başaramazdım herhalde. “Sofra
Sırları” neredeyse on yıllık bir proje. Roman da üç yılın
ürünü. İstanbul Modern Sinema'daki retrospektif ise bir ay kadar
önce belli oldu. Benim için de tamamen sürprizdi. 2011'den beri
uzun metraj film çekmedim. Son roman da 2001'deydi. Arada tabii
durmadım, hep yazdım çizdim, kimi fikirler yolunu buldu, kimi
gerçekleşemedi, uzun bekleme süreçleri oldu. Elbette ciddi bir
birikim de oluştu.
16-17
yıl aradan sonra gelen ilk roman... Gerçi sinemacı olarak çok
daha üretkensiniz ama edebiyat alanında daha seyrek geliyor
ürünler. Vakitle, yoğunlukla ilgili bir durum mu bu?
Edebiyat
tam bir yoğunlaşma, o işe kapanma gerektiriyor, yan bir uğraş ya
da bir hobi olamıyor. Sinema, yönetmenlik hayatımdaki diğer
işlerin önüne geçti. Her zaman okudum, notlar almaya, bir takım
edebi fikirler geliştirmeye hep devam ettim ama geçen yıla kadar,
yazıya yoğunlaşma fırsatını yaratamadım. İki yıldır
Büyükada'da yaşıyorum, yarı münzevi bir hayatım var, yazıp
çizmek hayatımın en önemli kısmı.
"Bana
Göre Kıyamet" içinde fantastik unsurlar da barındıran ve
romantizmin hatta yer yer erotizmin ön planda olduğu bir roman. Ne
zamandır üzerinde çalışıyordunuz?
Genelde
romanlar sinemaya uyarlanır ama bu, senaryodan doğmuş bir roman:
Bu hikayeyi 2013-14 arasında senaryo olarak yazdım. Ismarlama
değildi, yapım koşullarını düşünmeden, içimden geldiği gibi
yazınca, ortaya çıkan senaryo ticari sinema taleplerine aykırı
ama büyük bütçeli bir iş oldu. Kısa sürede o günün
koşullarında çekemeyeceğimi anladım. Ama hikaye beni çok
etkiliyordu, bir şekilde insanlara ulaştırmak istiyordum. Romana
dönüşebileceğini düşündüm ve biraz çalıştım üzerinde.
Derken araya “Sofra Sırları” girdi, kitap uzun süre bekledi.
Everest Yayınları'ndan Eyüp Tosun benimle bir röportaj yapmıştı,
“Yarım kalmış bir romanım var” demişim bir yerinde. Kitabı
bitirirsem basmayı teklif ettiler yayınevinden. Bunun üzerine bir
anda heveslenip bir yıl gibi bir sürede bitirdim.
Romanın
baş kişisi Bahar ünlü bir sinema ve TV yıldızı. Muhalif bir
bildiriye imza attığı için sektörden dışlanıyor. Tam da
günümüzde yaşadığımız ortamın bir yansıması aslında.
Toplumdaki bu tuhaf bölünme ve muhaliflere karşı yürütülen
cadı avı için ne söyleyeceksiniz?
Hakikat
denen şey hep rahatsız edicidir, kolay kabul görmez. Tarihin bazı
dönemlerinde, bazı toplumlarda, hakikat dışlanmış. Bilim,
sanat, gazetecilik... hakikate ulaşmaya çalışan alanların hepsi
baskı altına alınmış, bazen yok edilmiş. Ama bu toplumlar fikir
özgürlüğü yok edilirse bedeli ne olur, görmüşler. Çok büyük
toplumsal acılardan geçip ders almışlar ve hakikati arayan
sanatçılara, bilim insanlarına gerekli özgürlük alanını
açmayı bilmişler. Biz henüz o dersi alamamış bir toplumuz.
Gidecek çok yolumuz var.
Romana
eşlik eden çizimler de size ait. Aslında David Lynch gibi, Peter
Greenaway gibi ressamlık yönü de olan bir çok sinemacı var ve
sizin ressamlığınız da biraz akla onları getiriyor. Ama resim
çizmek ne anlam ifade ediyor sizin için? Bir kaçış mı, farklı
bir ifade yolu mu?...
Her
ikisi birden. Film yapmak büyük disiplin, bedensel ve zihinsel çaba
gerektiren bir süreç. Yazmak da masa başında yapılıyor gibi
görünse de çok ağır işçilik. Oysa çizerken düşünmeyi
bırakıyorum neredeyse, boyanın akışına bırakıyorum kendimi,
çoğu zaman ne çizeceğimi bile bilmeden başlıyorum bir resme, A3
boyunda beyaz bir yüzeyde kendimi kaybediyorum. Film çekerken,
yazarken kaybolamıyorum, dilim aklımı, aklım dilimi hep
dizginliyor bir şekilde. Resimlerde, filmle ya da yazıyla dile
getiremediğim şeyler vücut buluyor.
Başkalarının
kitaplarına da çizimler yaptığınız oluyor arada bir... Onların
talepleri doğrultusunda mı yapıyorsunuz bunu, yoksa özellikle bir
araya gelmek istediğiniz yazarlar mı var?
Çocukluktan
beri bir şeyler çiziyorum ama kitap resimlemek çok yeni bir uğraş
benim için. Şimdilik üç kitap resimledim: Kendi kitabıma
desenler, en azından bir kapak çizme fikri en baştan beri vardı
zaten. Mehmet Yaşin'in “Abuk” şiir kitabı birlikte
geliştirdiğimiz bir çalışma oldu. Mehmet benim Mahlukat Bahçesi
sergimin oluşumunu izlemiş ve beğenmişti. Birbirimize ilham
verdik, şiirler resimlerden, resimler şiirlerden beslendi. Hasan
Ali Toptaş'ın “Gecenin Gecesi” kitabını resimlememi ise
yayınevi önerdi. Everest'ten arkadaşlar benim desenleri
biliyorlardı, Hasan Ali'nin hikayeleriyle örtüşebileceğini
söylediler. Kitaplar resimlemeye devam etmek istiyorum, heyecanlı
bir iş. Bir de çocuk kitabı fikrim var.
Sizin
en güçlü yönlerinizden biri de senaryo... Senaryo yazmakla, roman
yazmak arasında büyük bir uçurum var mı sizce?
Senaryo
ve roman bambaşka düşünce ve gözlem gerektiren, apayrı
disiplinler. Hikayenin temelini oluşturma, olay örgüsü kurma,
karakter geliştirme aşamaları benzeyebilir. Ama uygulamada
sinemanın ve edebiyatın dili, anlatımı izleyici/okuyucuyla
kurduğu bağ ve yarattığı etki çok çok farklı. Sinemada tek
bir bakışla, bir manzarayla anlattığınız bir duyguyu
geçirebilmek için, romanda sayfalar yazmak gerekebilir. Tam tersi
de mümkün: Üç paragraflık bir kısa hikayeyi anlatmak için de
sinemada koca 90 dakikayı kullanırsınız bazen. Ben ikisi arasında
gidip geldim hep. Filmlerim biraz edebi, tüm yazdıklarım da
oldukça sinemasal sanırım.
Bu
kadar üretken bir döneminizdeyken hemen soralım, sırada ne var?
Film, sergi, kitap... Ne üzerinde çalışıyorsunuz?
Yeni
film fikirleri gelişiyor, yapımcılarla görüşüyorum. Son iki
senedir biriken yeni desenleri sergilemek için Mahlukat Bahçesi
sergisini de düzenleyen İstanbul Concept ile görüştük. Her şey
yolunda giderse baharda ufak bir kişisel sergi olacak umarım. Bir
yandan, önceki kitaplarımın yeniden yayınlanması hayalim var.
Bazen de buradaki her şeyi bırakıp biraz uzaklara gitme hayalleri
kuruyorum. Hangisi öne geçecek bilemiyorum. Hayat boyu, iki-üç
aydan fazlasını öngören planlar yapamadım.