Monday, 5 February 2018

"Hakikat rahatsız eder." - Cumhuriyet Söyleşisi - Emrah Kolukısa.

Şu günlerde her yerde Ümit Ünal adını görüyoruz sanki. Yeni romanınız "Bana Göre Kıyamet" raflara çıktı ama 10 gün kadar sonra da yeni filminiz "Sofra Sırları" geliyor. Bir yandan İstanbul Modern'de devam eden retrospektifiniz var... Güzel bir hareketlilik... Romanla filmin bu kadar yakın çıkışı planladığınız bir şey miydi?

Değildi, tamamen rastlantı, planlasam da başaramazdım herhalde. “Sofra Sırları” neredeyse on yıllık bir proje. Roman da üç yılın ürünü. İstanbul Modern Sinema'daki retrospektif ise bir ay kadar önce belli oldu. Benim için de tamamen sürprizdi. 2011'den beri uzun metraj film çekmedim. Son roman da 2001'deydi. Arada tabii durmadım, hep yazdım çizdim, kimi fikirler yolunu buldu, kimi gerçekleşemedi, uzun bekleme süreçleri oldu. Elbette ciddi bir birikim de oluştu.

16-17 yıl aradan sonra gelen ilk roman... Gerçi sinemacı olarak çok daha üretkensiniz ama edebiyat alanında daha seyrek geliyor ürünler. Vakitle, yoğunlukla ilgili bir durum mu bu?

Edebiyat tam bir yoğunlaşma, o işe kapanma gerektiriyor, yan bir uğraş ya da bir hobi olamıyor. Sinema, yönetmenlik hayatımdaki diğer işlerin önüne geçti. Her zaman okudum, notlar almaya, bir takım edebi fikirler geliştirmeye hep devam ettim ama geçen yıla kadar, yazıya yoğunlaşma fırsatını yaratamadım. İki yıldır Büyükada'da yaşıyorum, yarı münzevi bir hayatım var, yazıp çizmek hayatımın en önemli kısmı.

"Bana Göre Kıyamet" içinde fantastik unsurlar da barındıran ve romantizmin hatta yer yer erotizmin ön planda olduğu bir roman. Ne zamandır üzerinde çalışıyordunuz?

Genelde romanlar sinemaya uyarlanır ama bu, senaryodan doğmuş bir roman: Bu hikayeyi 2013-14 arasında senaryo olarak yazdım. Ismarlama değildi, yapım koşullarını düşünmeden, içimden geldiği gibi yazınca, ortaya çıkan senaryo ticari sinema taleplerine aykırı ama büyük bütçeli bir iş oldu. Kısa sürede o günün koşullarında çekemeyeceğimi anladım. Ama hikaye beni çok etkiliyordu, bir şekilde insanlara ulaştırmak istiyordum. Romana dönüşebileceğini düşündüm ve biraz çalıştım üzerinde. Derken araya “Sofra Sırları” girdi, kitap uzun süre bekledi. Everest Yayınları'ndan Eyüp Tosun benimle bir röportaj yapmıştı, “Yarım kalmış bir romanım var” demişim bir yerinde. Kitabı bitirirsem basmayı teklif ettiler yayınevinden. Bunun üzerine bir anda heveslenip bir yıl gibi bir sürede bitirdim.

Romanın baş kişisi Bahar ünlü bir sinema ve TV yıldızı. Muhalif bir bildiriye imza attığı için sektörden dışlanıyor. Tam da günümüzde yaşadığımız ortamın bir yansıması aslında. Toplumdaki bu tuhaf bölünme ve muhaliflere karşı yürütülen cadı avı için ne söyleyeceksiniz?

Hakikat denen şey hep rahatsız edicidir, kolay kabul görmez. Tarihin bazı dönemlerinde, bazı toplumlarda, hakikat dışlanmış. Bilim, sanat, gazetecilik... hakikate ulaşmaya çalışan alanların hepsi baskı altına alınmış, bazen yok edilmiş. Ama bu toplumlar fikir özgürlüğü yok edilirse bedeli ne olur, görmüşler. Çok büyük toplumsal acılardan geçip ders almışlar ve hakikati arayan sanatçılara, bilim insanlarına gerekli özgürlük alanını açmayı bilmişler. Biz henüz o dersi alamamış bir toplumuz. Gidecek çok yolumuz var.

Romana eşlik eden çizimler de size ait. Aslında David Lynch gibi, Peter Greenaway gibi ressamlık yönü de olan bir çok sinemacı var ve sizin ressamlığınız da biraz akla onları getiriyor. Ama resim çizmek ne anlam ifade ediyor sizin için? Bir kaçış mı, farklı bir ifade yolu mu?...

Her ikisi birden. Film yapmak büyük disiplin, bedensel ve zihinsel çaba gerektiren bir süreç. Yazmak da masa başında yapılıyor gibi görünse de çok ağır işçilik. Oysa çizerken düşünmeyi bırakıyorum neredeyse, boyanın akışına bırakıyorum kendimi, çoğu zaman ne çizeceğimi bile bilmeden başlıyorum bir resme, A3 boyunda beyaz bir yüzeyde kendimi kaybediyorum. Film çekerken, yazarken kaybolamıyorum, dilim aklımı, aklım dilimi hep dizginliyor bir şekilde. Resimlerde, filmle ya da yazıyla dile getiremediğim şeyler vücut buluyor.

Başkalarının kitaplarına da çizimler yaptığınız oluyor arada bir... Onların talepleri doğrultusunda mı yapıyorsunuz bunu, yoksa özellikle bir araya gelmek istediğiniz yazarlar mı var?

Çocukluktan beri bir şeyler çiziyorum ama kitap resimlemek çok yeni bir uğraş benim için. Şimdilik üç kitap resimledim: Kendi kitabıma desenler, en azından bir kapak çizme fikri en baştan beri vardı zaten. Mehmet Yaşin'in “Abuk” şiir kitabı birlikte geliştirdiğimiz bir çalışma oldu. Mehmet benim Mahlukat Bahçesi sergimin oluşumunu izlemiş ve beğenmişti. Birbirimize ilham verdik, şiirler resimlerden, resimler şiirlerden beslendi. Hasan Ali Toptaş'ın “Gecenin Gecesi” kitabını resimlememi ise yayınevi önerdi. Everest'ten arkadaşlar benim desenleri biliyorlardı, Hasan Ali'nin hikayeleriyle örtüşebileceğini söylediler. Kitaplar resimlemeye devam etmek istiyorum, heyecanlı bir iş. Bir de çocuk kitabı fikrim var.

Sizin en güçlü yönlerinizden biri de senaryo... Senaryo yazmakla, roman yazmak arasında büyük bir uçurum var mı sizce?

Senaryo ve roman bambaşka düşünce ve gözlem gerektiren, apayrı disiplinler. Hikayenin temelini oluşturma, olay örgüsü kurma, karakter geliştirme aşamaları benzeyebilir. Ama uygulamada sinemanın ve edebiyatın dili, anlatımı izleyici/okuyucuyla kurduğu bağ ve yarattığı etki çok çok farklı. Sinemada tek bir bakışla, bir manzarayla anlattığınız bir duyguyu geçirebilmek için, romanda sayfalar yazmak gerekebilir. Tam tersi de mümkün: Üç paragraflık bir kısa hikayeyi anlatmak için de sinemada koca 90 dakikayı kullanırsınız bazen. Ben ikisi arasında gidip geldim hep. Filmlerim biraz edebi, tüm yazdıklarım da oldukça sinemasal sanırım.

Bu kadar üretken bir döneminizdeyken hemen soralım, sırada ne var? Film, sergi, kitap... Ne üzerinde çalışıyorsunuz?

Yeni film fikirleri gelişiyor, yapımcılarla görüşüyorum. Son iki senedir biriken yeni desenleri sergilemek için Mahlukat Bahçesi sergisini de düzenleyen İstanbul Concept ile görüştük. Her şey yolunda giderse baharda ufak bir kişisel sergi olacak umarım. Bir yandan, önceki kitaplarımın yeniden yayınlanması hayalim var. Bazen de buradaki her şeyi bırakıp biraz uzaklara gitme hayalleri kuruyorum. Hangisi öne geçecek bilemiyorum. Hayat boyu, iki-üç aydan fazlasını öngören planlar yapamadım.