"Film Arası" dergisiyle bir email röportajı yaptık. Sorular şöyleydi:
"Ülke sinemaları dediğimizde, Türk sineması kendi dilini oluşturmuş bir sinema olarak bu sıralamaya dahil olabiliyor mu? Eleştirmenlerin sürekli dem vurdukları “kendi sinema dilimiz yok” noktasında siz ne düşünüyorsunuz?
Eğer bir sinema dili henüz oluşturamamışsa Türk sinemasında, bunu maddi imkanlarınyetersizliğine bağlayabilir miyiz? Ya da sizce neden bir dil oluşturamıyoruz?
Özellikle son yıllarda artan destek fonları, ödüllü festivaller ve gelişen teknoloji sinemacıların işlerini kolaylaştırıyor diyebilir miyiz? Eskisi gibi sinema yapmak zor bir şey midir?Cevabım:
Yerellik kavramı üzerinden gidersek; kendi topraklarının değerlerine sahip, kültürel okumaların yapılabileceği, özde içsel sorunlarını bilen ve bunun üzerine düşünen filmler yeterince yapılıyor mu?
Ayşe Şasa bir röportajında “bizim sorunumuz maddiyat değil, fikir” demiş. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk sineması iyi fikirler geliştirilmediği, hayal dünyası zengin senaryolar üretilmediği için mi kendi dilini oturtabilmiş değil?
Sizce Türk sineması kendi dilini ve formlarını nasıl bir yol izlerlerse oturtabilir? Fikir zenginliği ve tahayyül meselesi bu gelişimde kaçıncı sırada yer alıyor?
Sinema 'hayal' etmekle başlar. Biz kendi kimlik kodlarımızdan hareketle kendi hayalimizi kurabiliyor muyuz?"
Ben tüm sorulara tek bir yanıt vermek isterim. Soruların çoğu "Türk
Sineması" adıyla tek bir şemsiye altında toplanabilecek bir
sinemanının varlığını öngörüyor. Bu sinemanın da bir "ortak dil"
üretmesini şart koşuyor Ben sanatta milli gruplaşmaların varlığına ve
gerekliliğine inanmıyorum. Bence sanat tek tek kişilerin, bireylerin
ürettiği evrensel bir şeydir. Hollywood sineması vs gibi endüstriyel
tanımlardan ya da bilimkurgu sineması gibi tür ayrımlarından belki
bahsedilebilir. Ama Nuri Bilge'nin ya da Çağan Irmak'ın ya da herhangi
bir başka Türk yönetmeninin neden ortak bir Türk sinema dili yaratması
gerektiğini anlamıyorum. Film yapan her yönetmen kendince, kendi
dilini yaratmaya çalışır. Ama aynı zamanda, Fellini, Miyazaki, Bergman
ya da Farhadi aynı dili konuşur. Shakespeare, Bach, Satie, Picasso,
Dali ya da Moliere de aynı dili konuşur. Sanatın insanlık üstünde
yaptığı ortak ve birleştirici etkiye milli bir etiket takmak bence
imkansız ve anlamsız. Sinemada ve genelde sanatta ne kadar derinimize
inersek o kadar yerel ve aynı zamanda evrensel oluruz. Ama derine
inmek cesaret ister.
Bir özel okulda "Sinema Dili" adında ders veriyorum. İlk dersimin ilk
cümlesinde dedim ki, "Dersin adı kendi içinde çelişkili çünkü sanat
bir dil değildir." Sanat dediğimiz şey tam da dille oynamaya, dil
kurallarını eğip büküp alt üst etmeye çalıştığında ortaya çıkar. Milli
bir kimlik altında ortak bir dil olmaması da bence son derece
doğaldır. Sadece Türk oldukları için birbirine benzer filmler yapan
insanlar olsaydı, o ne çekilmez bir sinema olurdu. Türk sinemasında
filmler yapan bireyler var. Bunların bazısı bir sanatçı tavrıyla kendi
dilini bulmaya çalışıyor, bazısı kendinden önce yapılmış daha anonim
bir sinema dünyasına teslim oluyor. Bazısının da her yaptığı film,
bırakın diğer yönetmenleri, kendi bir önceki filminden bile farklı.
Sinemada en büyük zorluk özgür hayal kurabilmek ve hayalindeki "özgün"
görüntüyü bozulmadan filme aktaracak teknik bilgi, ruhsal yeti ve
iradeye sahip olmaktır. Bu parayla satın alınamayacak ve teşviklerle,
desteklerle, teknolojiyle geliştirilemeyecek bir şeydir. Bu müzik
kulağı gibi, bazı insanlara nasip olur, bazısına olmaz.