Sunday, 20 May 2012

Serra





Serra Yılmaz 15. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali'nde bir onur ödülü aldı. Festival yöneticileri benden katalog için bir yazı yazmamı istediler. Ben de bu yazıyı yazdım: 



Serra ile her yerde anlattığımız bir ortak hikayemiz vardır, bilmeyenler için yine de anlatayım:

İlk senaryom “Teyzem”i yazdığım sırada aklımda mutlaka filmde olmalarını istediğim iki oyuncu vardı: Biri Müjde Ar diğeri Serra Yılmaz. Onu Başar Sabuncu’nun “Kupa Kızı” filminde görmüş ve perdede yarattığı sihre bayılmıştım. Bazı oyuncular öyledir, minicik bir rolde bile bütün dikkatleri çekerler. Ben de ilk yazdığımdan beri, “Teyzem”deki hain görümce karakterini Serra’nın oynamasını istiyordum.

Yapım aşamasında senaryo ona gitmiş ve okuyup beğenmiş. Çekimden biraz önce filmin asistanı Gül Erbil ile birlikte Serra’nın evinde bir partiye gittik. Serra rolü kabul etmiş ama Gül’le önceden anlaşmışlar, Gül bana “Kapıdan girer girmez diz çöküp Serra’ya tapman gerekiyormuş, yoksa bu filmde oynamayacakmış,” dedi. Serra’nın evine vardık, kapıyı o açtı ben hiç uzatmadan diz çöküp yere kapandım ve Serra’ya “taptım”. Bu olayı yıllar içinde unutmuşum. Serra, “Teyzem”den itibaren en sevdiğim arkadaşlarımdan biri oldu.

2001’de “9”u çekeceğimiz sırada, basın toplantısında bir gazeteci Serra’ya, “Siz bu kadar uluslararası, büyük işler yapıyorsunuz, neden bu bütçesiz ufak filmde oynamayı kabul ettiniz?” diye sordu. Serra hiç düşünmeden cevap verdi: “Öncelikle senaryoyu beğendim ama daha önemlisi yıllar önce ilk tanıştığımızda Ümit, yerlere diz çöküp bana tapmıştı, asıl sebep bu.”

Serra’yla karşılaşınca önce gözleri sonra da zekası ve onun olmazsa olmaz ikizi mizah duygusu insanı çarpar. Zekasıyla, hafızasıyla, esprisiyle başetmek zordur. Hayat enerjisiyle de. Serra’yla bir iki yolculuk yaptık. Ben de yabancı şehirlerde her şeyi merak edip, her yere koştururum ama gece bir noktada normal insanlar gibi pilim biter. Oysa Serra sürekli elektriğe bağlı oyuncaklar gibi hiç durmaz. Bir New York günümüzü hatırlıyorum: Mükemmel bir sabah kahvaltısı, Serra’nın Fransız bir garsonla “platonik” flörtü (tanıdığım en tatlı çapkın insanlardan biridir), saatler ve caddeler boyu yürüyüş, mükellef öğlen yemeği, yine yürüyüş, iki üç tanıdıkla buluşma ve sohbet, alışveriş, akşam yemeği ve ben tükenmiş otururken Serra’nın pistte dans edişi.

Serra arkadaşlarına hep ufak hediyeler verir. Yıllar içinde kitaplığımda, çalışma masamda ondan çok hatıra birikti. Ben hediyeler konusunda onun kadar düşünceli değilim. Zaten onunla karşılaştırınca kendimi çok tembel, üşengeç ve asosyal bulurum.

Serra arkadaşlığının dışında oyuncu olarak çok özel biridir benim için. Serra’nın oyunculuğunu sevmeyen talihsizler var, onları hiç anlayamam (tıpkı enginar ya da kişniş sevmeyenleri anlamadığım ve biraz hakir gördüğüm gibi)... Serra evet, ortalama oyunculara benzemez, özel bir lezzettir. Ama onun sinemada bir karakter yaratırken kattığı incelikleri görmemek, (çok benzer kökenli oldukları halde “9”daki Saliha ile “Nar”daki Asuman’ı inanılmaz farklı oynar mesela) Serra’nın oyunculuğunun zevkine varmamak için  kör olmak gerek. Neyse ki, bu konuda körler çok azınlıkta.

Ondan ilham alarak üç karakter yazdım. Biri “Teyzem”deki Şenay, diğeri “Nar”daki Asuman, sonuncusu yıllardır bir türlü para bulup çekemediğimiz “Sultan Mutfakta”daki Sultan. İkimiz de yaşlanana kadar, daha da yazacağım sanırım.

Netice itibariyle (Serra bu lafı çok kullanır) ondan gelen ilham hiç bitmesin isterim, bu konuda bencil ve kıskanç değilim, sadece bana değil bir çok başka yazar ve yönetmene de ilham versin, filmlerini şenlendirsin isterim.