Tuesday 11 December 2012

"Palto" ve Biz Ne Yapalım?

Bir anı: 1984 olmalı. Üniversiteden bir arkadaş, Didim'de bir kafenin yazlık işletmesini almış, benden kafenin duvarına dekoratif bir resim yapmamı istedi. Gittik baktık; upuzun beyaz bir duvar. Ben bir-iki taslak hazırladım, birini beğendi. Hayatımda duvar resmi filan yapmadığım için uygulaması kolay bir şey seçmiştim. Sonra bir başka haftasonu gittik, boyalar aldık, ölçtük biçtik duvara resmi uyguladık ve boyamaya giriştik. 

İyi kılıklı ama biraz ürkütücü görünüşlü, kalın bıyıklı adamın biri gelip kafede bir masaya oturdu ve çay içerken bizi seyre koyuldu. Resmi pek beğenmediği belliydi. Suratını buruşturup duruyordu bakarken. 


YVES TANGUY, M LOS CINCO EXTRANOS 1941 

Soyut, sonsuz bir fonda birtakım renkli nesneler diye tarif edeyim yaptığım resmi. 19 yaşımın akılsızlığıyla, Miro ve Tanguy'a özenen, bir de onları hiç utanmadan dekoratif amaçlı kullanmaya kalkan basit bir işti. Ama o sırada, hayatta ressam olamayacağımı bilmiyordum, yaptığım işi kendimce ciddiye alıyordum. 


O yüzden de bıyıklı adam yanıma gelip de "Abicim şuraya şöyle çeşme başında bekleyen güzel bi köylü kızı çizsen fena mı olurdu?" dediğinde bozuldum. Cevap vermeden pis pis baktım. Adam bana daha pis baktı. Mekanı işletmeye hazırlanan ve nazik olmaya çalışan arkadaşım adamı nazikçe başımdan alıp idare ederek yolladı. 

Sanat yapmak zor bir iştir. Kendi başınıza, hiç kimse karışmasa da çok zor bir iştir. Üstünüzde oluşturulmuş baskıları, utançları, korkuları kıracaksınız, kendi içinde bütün ve özgün bir iş ortaya koymaya çalışacaksınız, üstelik bunu özgün bir dille yapmaya uğraşacaksınız, sizden önce yapılmış işleri anlamış ve hazmetmiş olacaksınız, vesaire. 

Bugünkü gözle bakınca yaptığım o duvar resminin kötü olduğunu anlayabiliyorum. Ama devam etseydim belki resimlediğim beşinci kafe olağanüstü bir yer olabilirdi. Belki de olamazdı, bu işin garantisi yok. İşimizin doğası bu, iyi işler çıkması için özgürce, sınırsız üretim şart. On kötü sanatçı çıkacak, yüz tane çöpe giden eser üretecek, on birinci sanatçının yüz birinci işi bir başyapıt olacak ve alanında tarihe geçecek, insanların hayatını değiştirecek, manevi bir yol gösterici ve kendinden sonra gelen işlere bir ölçüt olacak. (Ha, kötü ve ucuz sanat zevk vermez mi, bazı insanlara iyi vakit geçirtmez mi? Tabii ki öyle. Eminim o yaz o kafeye gelenlerden benim dandik resmime bakıp hoşlananlar da olmuştur. Kötü sanat yapıtlarının da yaşama hakkı var.) 

Ama o bıyıklı adamın memleketin sanat otoritesi olduğunu, sizin işiniz konusunda tek karar verici olduğunu düşünün. Geliyor ve diyor ki: "Bu ne? Sil bunu, yerine güzel bir şey yap!" Neye göre güzel? Kime göre? Onun kafasına göre. Çeşme başında bir köylü kızı ya da ona benzer bir şey. 

Çoktan geride bıraktığımı sandığım, zaman zaman arkadaşlarıma gülerek anlattığım yukarıdaki anı bugün Türkiye'yi özetleyen bir şey oldu. 

Son haber, İzmir'de Gogol'ün "Palto"sunu sahneleyen bir grubun üyelerine "halkı askerlikten soğutmak" suçuyla hapis cezası verilmiş. Evet "Palto". Dostoyevski'nin "biz hepimiz Gogol'ün Palto'sundan çıktık" dediği palto. 

Bir önceki gündem maddesi Türkiye'nin en popüler dizisinin tarihi kişiliklere hakaret ettiği gerekçesiyle yasaklanma girişimiydi, ki büyük olasılıkla girişim olarak kalmayacak. Sonra mesela, RTÜK'ün "Simpsons" oynatan kanala ceza vermesi var, unutulmaz... Daha öncekiler de herkesin malumu "ucube", vb. 

Herkes bilir: Türkiye'de sanatçılar toplum ve devlet tarafından kısıtlandıkları, çok dikkatli davranmaları gerektiği önbilgisiyle doğar ve bunu içselleştirerek yaşar. Her sanatçı ensesinde o "köylü kızı resmi" isteyen bıyıklı adamın varlığını hisseder. Ama para kazanmak için ama bacağından vurulmamak için ama hapse düşmemek için "otosansür" uygular. Bir Türk sanatçısı otosansür uygulamadığını söylüyorsa yalan söylüyordur. Bu ülkede, örneğin; devlet, ordu, din, mezhepler, mafya vb. bir çok "hassas" konuda yazmak ve konuşmak için hep çok ölçülü adımlar atmak gerekti. "Ölçü" dışına çıkan sanatçılar hapse atıldı, sansürlendi, işini yapması engellendi. Sanat hep marjinal bir alanda tutuldu. Bu genlerimizde yazılı, hazırlıklı olduğumuz bir durum. 

Ama sıra Gogol gibi klasiklere ve izlenme rekoru kıran ultra-pop dizilere geldiyse yeni bir durumla karşı karşıyayız. Evet, "Yeni Türkiye"nin yeni şartları. Bendeniz "eski moda" kalmış zavallı kafamla "Yeni Türkiye"nin sansür standartlarını anlayamıyorum. Eğer özgürlük aralığı bu kadar daraldıysa, dünyaca bilinip sevilen klasiklerin yeniden üretimi kadar, ticari bir soap-opera kadar bile hayal etme şansımız yoksa biz, bu ülkenin sanatçıları, yazarlar çizerler ressamlar sinemacılar tiyatrocular ne yapacağız? Bu işleri bırakalım mı? Susup oturalım mı? Suya sabuna dokunmayan maskaralar mı olalım? Kimsenin ne dediğini anlamadığı, alıcısı olmayan, içine dönük bir sanata mı kapanalım? Milli ve dini menkıbelerden mi ilham alalım sadece? 

Gogol kendisinden sonra gelen bir kuşağı etkilemiş yol göstermiş. Dostoyevski "Biz onun Palto'sundan çıktık" diyor. Biz nereden çıkalım? 

Bunca yıldır iyi kötü yaptığım şeyleri izlemiş insanlara, seyircilere soruyorum: 

Ne yapalım?