Işık Gölge
Oyunları kitabınızın ardından Bana Göre Kıyamet’i yazmaya
nasıl karar verdiniz?
2014 yılında
“Memleket” adında bir senaryo yazdım. Ismarlama değil, tamamen
o sırada “içimden gelen ses”e uyarak. Fakat senaryo içeriği
ve üslubu itibariyle ticari sinemanın koşullarına o an için
uygun değildi, filmi hemen yapamayacağımı anladım. Böylece
hikâyeyi romana dönüştürmeye başladım. Çünkü bu hikâyenin
güncel ve anlatılması gereken bir hikâye olduğunu düşünüyordum.
Daha sonra Everest Yayınları’ndan kitaplarımı basmaya dair bir
teklif geldi. O heyecanla bir yıl içinde romanı bitirdim.
Peki senaryoyla
romanınız aynı mı? Değişiklikler oldu mu?
Hikâyenin özeti
aynı denebilir ama detaylar çok değişti. Romanda olup da
senaryoda olmayan çok karakter var. Elbette en başta anlatım dili
değişti, kitaba dönüşebilmesi için yeni bir anlatım kurmam
gerekiyordu.
Özellikle
romanın ismi ilgi çekici. Neden bu ismi seçtiniz?
Roman, bir aşk
hikâyesinin yanı sıra insanlığın ne kadar bozulduğunu da
anlatıyor. Kıyametin aniden kopmayacağını, zaten uzun zamandır
kopmakta olduğunu söylüyor. Ünlü bir film ve TV yıldızı olan
Bahar kaybolmuş. Kitap boyunca Bahar ve onu tanıyanlar, bize kendi
kıyametlerini anlatıyor.
Kitabınızda
çizimler de size ait ve oldukça ilgi çekici. Sizin için ne ifade
ediyor?
Çocukluğumdan
beri resim hayatımda hep var. 2016’da “Mahlukat Bahçesi”
adında bir sergi açtım, oldukça ilgi gördü. 2017’de Hasan Ali
Toptaş ve Mehmet Yaşin'in iki kitabını resimledim. Bunlardan
cesaret toplayıp kendi romanımla da desenlerimi birleştirdim.
Aslında bu kitap özelinde desenden çok dijital kolaj demek daha
doğru. Suluboya desenleri, photoshop'ta kolaj gibi işliyorum.
Roman okurken
gülümsemek ve romanın içine girmek de çok önemli. Siz bunu
kitaplarınızda ve filmlerinizde başarıyorsunuz.
Evet, benim
yaptığım her işte bir mizah dozu var. Hiçbir zaman gerçek bir
komedi yazarı olmadım. Komedi çok zor bir tür. Ama hayata
bakışımda en baskın unsur kara mizah. Bu filmlerime ve
kitaplarıma da yansıyor.
Romandaki olay
örgüsü, karakterlerin dilinden olayların aktarılması, 9
filminize çok benziyor. Siz bu çok anlatıcılı tarzı
seviyorsunuz.
Eğer bu hikâyenin
filmini çekmiş olsaydım 9'daki gibi farklı anlatıcılar
olacaktı. Sanki çok ünlü bir film yıldızı olan Bahar'ın
kayboluşu üzerine bir belgesel yapılıyormuş gibi olacaktı.
Hikâyeyi edebiyat diline aktarırken başka bir anlatım tarzı
bulmam gerekiyordu. Ana anlatıcı karakterin dilini ve üslubunu
bulduğumda bu romanı yazabileceğimi anladım.
Kitabınızda
işlediğiniz diğer bir konu da mülteciler meselesi. Bu konuyu
neden ele almak istediniz?
Çok kısa zamanda
Dünya’nın en çok mülteci alan ülkesiyiz herhalde. Her yerdeler
ve çok büyük sorunlar yaşıyorlar. Görmezden gelmek imkânsız.
Bir şekilde hepimizi etkileyen bir durum.
Romanınızda
beni en çok etkileyen ve benim gibi gezgin ruhlu insanları da
etkileyeceğini düşündüğüm “yersizlik” kavramından
bahsediyorsunuz. Maya “Bize her yer gurbet oldu” diyor.
İlk senaryodan
beri değişmeyen bir cümle o. İki baş karakter, Bahar ve mülteci
Maya arasındaki ortak duygu, bir yere ait olamama duygusu, sonsuz
bir memleket hasreti. Bahar, çok zengin ve ünlü ama hayat boyu
kendisini hep evsiz hissediyor.
Romanda vampir
olgusuna farklı bir açıdan değinmişsiniz. Vampiri kötü bir
karakter olarak nitelemekten ziyade okuyucuyu kitabın sonunda
şaşırtıyorsunuz.
Benim için hayatta
tek bir doğru, tek bir iyi, tek bir kötü yok. Romanda da öyle,
her karakterin belli iyilikleri ve kötülükleri var. Metafizik
inançlarım yok, vampirlere inanmam ama edebiyat, ya varsa deyip
onun üzerine zihinsel ve duygusal bir egzersiz yapma ve bununla bir
dert anlatma işi. Vampir hikayelerinin çoğunda, vampirler kötü,
sapkın, katildir. Ama ya vampirler de kurbansa? İnsanların
öncelikle insanlığa, doğaya, dünyaya yaptığı kötülükler
vampirleri de çaresiz bıraktıysa? Hikâyenin temel buluşu bu.
Aşkın
cinsiyetsizliğine de bir vurgu olabilir mi?
Ben klasik vampir
figürünü bu romanda tersine çevirmek istedim. Vampir öldüren,
yok eden değil, neredeyse özgürleştiren biri burada.
Sizin kimi
filmlerinizde LGBTI bireyler var ama filmlerin konusu, ana meselesi
lezbiyen/gay olmak değil. Kitabınızda da Maya ve Bahar’ın aşkı
bir sorun olarak nitelendirilmiyor.
Türkiye’de
filmlerde, romanlarda gay/lezbiyen karakterler ya karikatürize birer
yan unsur olarak yer alıyor. Ya da gay/lezbiyen olduğu için başı
derde giren karakterler olarak işleniyor. Ben bu durumu kendi
işlerimde değiştirmeye çalışıyorum. LGBTI bireyleri
hikayelerin merkezine koymaya, hikâyelerine dışarıdan değil
içeriden bakmaya, onları bir derinlik içinde çizmeye uğraşıyorum.
Ben romanınızı
bir çırpıda okudum. Roman yazarken akıcı olmak önemli değil
mi?
David Mamet
“Bütün kuralları unutun, sıkıcı olmayın yeter.” diyor.
Bile isteye sıkıcı olan sanatçıları anlamıyorum. Mesela
Kafka, yazdıklarının yayınlanacağını düşünmeden yazıyordu.
Ama bir şekilde okura ulaşmak isteyen, acil bir şeyler anlatmak
isteyen hikayeler, romanlar yazdı. Eğer film çekiyorsan,
yazıyorsan bir şekilde bunların algılanacağını, okuyucuya,
seyirciye ulaşacağını biliyorsun. Zaten yazmanın başka bir
anlamı yok, birileri için yazıyorsun. Can sıkıntısını, ciddi
bir derdi anlatmak için okuyucunun da bunalması gerekmiyor.
Dolayısıyla yaptığım her işte izleyiciyi, okuyucuyu kendimle
eşit görerek bir ortaklık kurmaya çalışıyorum. Bir derdim var,
onu insanlara anlatmak istiyorum.