- 2013 yılında görüştüğümüzde Sultan Mutfakta isimli Londra’da geçen bir senaryoyu Türkiye’ye uyarladığınızdan bahsetmiştiniz. 2017 yılında Sofra Sırları seyirciyle buluştu. Biraz süreçten bahseder misiniz?
Evet,
Sofra Sırları'nın
ilk yazdığım versiyonu Londra'da Türklerin yoğun yaşadığı
bir mahallede geçiyordu. 2006'da Londra Türk Filmleri Festivali'ni
düzenleyen Vedide Kaymak aracılığıyla İngiliz bir yapımcıyla
tanıştım ve onunla birlikte senaryoyu orada hayata geçirmeye
çalıştık. Filmin yarısından çoğu İngilizce olacaktı,
İngiliz oyuncular da yer alacaktı. Yaklaşık iki yıl projenin o
hali üzerinde çalıştık ve senaryonun sanırım yedi farklı
yazımı çıktı ortaya. Maalesef sonraki aşamalarda projeyi
yürütemedik ve o yapımcıyla çalışmayı bıraktık. Yine de
filmin Londra versiyonu üzerinde ısrarcı oldum ve buralı
yapımcılarla uzun süreli görüşmelerim oldu ama hiçbirinde
proje ayağa kalkamadı. Sonunda hikayeyi Türkiye'ye uyarlamayı ve
bu şekilde çekmeyi düşündüm. Yeni bir versiyon yazdım. Derken
2014'te şu anki yapımcılarım Sinan Yabgu Ünal ve Servan Güney
ile yollarımız kesişti.
- Kara komedi ülkemizde pek teveccüh gören bir tür değil. Sizi riskli görülebilecek bu alana yönelten temel sebep nedir?
Açıkçası
ben yaptığım hiçbir filmi (Ses
hariç) tek bir türe ait görmüyorum. Filmlerim genellikle drama
ağırlıklı ama hepsinde bir kara mizah dozu bulunur. Sofra
Sırları'nın en yakın
olduğu tür kara komedi belki ama benim niyetlerim ve filmin
seyircide yarattığı duygu sadece bununla sınırlı değil. Bence
kara komedi sevsin sevmesin herkesin, kendisinden birşeyler
bulabileceği bir hikaye var bu filmde. Bugüne kadar sadece
festivallerde ve eş dost gösterimlerinde seyirciyle buluştu ama
seyirciden yüzyüze ve sosyal medyada aldığımız tepkiler bu
dediğimi doğruluyor. Malatya Film Festivali'nde gösterimden sonra
soru-cevap sırasında 18 yaşında olduğunu söyleyen genç bir
kadın kalktı ve dedi ki: “Ben de bu filmdeki karakter gibi
hayallerimle yaşıyorum ve benim gibi milyonlarca kadın var
Anadolu'da, eminim hepsi kendilerinden bir şeyler bulacak bu
filmde.”. Orada bulunan oyuncular, ekipten arkadaşlar, hepimizin
gözleri doldu, bir an için ne diyeceğimizi bilemedik. Festivalin
sonunda, seyirci oylarıyla belirlenen Kemal Sunal Halk Ödülü'nü
aldık.
- Televizyonların gündüz kuşağı genellikle toplumsal analizlere malzeme olur, bireyde neye karşılık düştüğü geri planda kalır. Neslihan’ın iç dünyası, Türk mutfağının inceliklerinin yanı sıra yemek programlarından kesitlerle betimleniyor. Neslihan karakterini nasıl tasarladınız?
Neslihan'ı
kapalı bir ortamda, hayal dünyasında yaşayan tek tesellisi yemek
yapmak olan biri gibi hayal ettim. Kendisini TV programlarındaki
ünlü aşçılarla özdeşleştiriyor ve hayatındaki her şeyi o
dünyadan bakarak, toz pembe görüyor. Yıllarca kendisini çok iyi
bir kocası, çok güzel bir hayatı olduğuna inandırmış. Ama bu
dünya birgün aniden yıkılıveriyor.
- Flaubert, Madame Bovary benim demişti. Önceki röportajlarınızın birinde siz de Neslihan benim, diyorsunuz. Karakterlerinizle nasıl bir bağ kuruyorsunuz?
Aslında
bence her yazarın en önemli malzemesi kendi hayatı, kendi
deneyimleridir. Bizimle ilgisi yokmuş gibi görünen karakterleri
yazarken de kendimizden, kendi korkularımızdan, sevinçlerimizden,
kendi yaşadıklarımızdan yola çıkarız. 9 ile ilgili bir
röportajda da oradaki her bir karakterin ağzından aslında kendi
dertlerimi anlattığımı söylemiştim. Bu her filmim için aynı
diyebilirim. Sofra Sırları'nın Neslihan'ı, hayatımın bir
döneminde, İngiltere'de yaşamaya çalışırken düştüğüm
yalnızlık, hayattan kopukluk halinden çıktı diyebilirim. Ben de
o dönemde kendimi Neslihan gibi yemek yapmaya ve televizyon
seyretmeye vermiştim.
- Hem Nar’da hem Sofra Sırları’nda kadınların hayatlarının kontrolünü ele aldığı hikâyeler anlatıyorsunuz. Her iki filmde, ezilmiş kadın karakterler intikamını alıyor. Bu anlatılar, kadınların kurtuluşuna dair bir temenniyi mi dile getiriyor, yoksa ideolojik bir söylem mi taşıyor?
Benim
yaptığım filmlerin hiçbirinde doğrudan ideolojik söylemler yok.
Ama ilk senaryomdan beri kafamı meşgul eden belli temalar, dertler
var. Sadece Nar'la değil, taa 1986'da çekilen Teyzem'le ya da
2001'de çektiğim 9'la, Sofra Sırları arasında bence tematik
bağlar, akrabalıklar var. Benzer dertlerden yola çıkan hikayeler
bunlar.
Seyirciyi
kestirme yoldan elde etmek isteyen yazarlar ve yönetmenler herkesin
bir bakışta tanıdığı klişe karakterleri filmlerine
yerleştirerek, işin kolayına kaçar. Bazısı tembelliğinden
bazısı da tecrübesi ve birikimi kısıtlı olduğu için klişe,
tek boyutlu, sadece hikayedeki bir amaca hizmet eden figürler
yaratır. Ben hasbelkader ilk senaryomdan beri elimden geldiği kadar
“çok boyutlu”, derinliği olan karakterler yazmaya çalıştım.
Yani iyi ya da kötü etiketlerine hemen girmeyen, belirli olaylara
aynı belirli tepkileri vermeyen, gerçek hayattaki insanlara
benzeyen, seyirciyi bazen şaşırtan ve kızdıran ama sonuçta
“Evet ya, gerçekte de böyle olur bu” dedirten, iyi işlenmiş
karakterler yaratmaya uğraştım. Elbette ben de yıllar içinde
bazı işlerimde klişe tuzaklarına düşmüşümdür ama temelde
çabam o yerleşik kalıplardan kaçmak oldu.
- Filmdeki iç mekânların tamamı için dekor kullandınız. Sinemamızda yaygınlaşan doğal mekân, doğal ışık, hatta doğal oyuncu kullanma eğilimine karşılık bu tercihinizin sebebi nedir?
Filmi
2017 Ocak ayında çektik. Kışın günler kısa, hava durumu hiçbir
zaman öngörülemiyor. Gerçek mekan kullansaydık ışık
atmosferini istediğimiz gibi kontrol edemeyecektik, filmin çekimi
çok uzayabilirdi. Dekorda çekmek gece gündüze, hava durumuna
bağlı kalmadan her şeyi rahat kontrol edebilme fırsatı verdi.
Şunu da belirtmem gerek, filmi seyreden hiç kimse, biz söyleyene
kadar dekorda çektiğimizi anlamadı. Sanat yönetmeni Atilla Çelik
ve görüntü yönetmeni Türksoy Gölebeyi ile iç mekanlarda çok
doğal, sahici bir görünüm yakalamayı başardık. Hatta kara kış
koşullarında gerçek mekanlarda bu kadar doğal görünen bir ışığı
ve atmosferi zor yakalardık diye düşünüyorum.
- Dekor tasarımında sanat grubu ile nasıl bir çalışma yürüttünüz?
Öncelikle
filmin geçtiği kasabaya karar vermemiz ve evi seçmemiz
gerekiyordu. Tirilye, mimarisi ve atmosferiyle, İstanbul'a yakınlığı
ve kolay ulaşımı sebebiyle tercih ettiğimiz kasaba oldu. Sanat
yönetmeni Atilla Çelik Tirilye'de bulduğumuz apartmanı iyice
inceledi, çizimlerini yaptı sonra o cephe görünümüne ve
senaryodaki ihtiyaçlara göre sıfırdan bir iç mekan tasarladı.
Kullandığımız TV stüdyosu ve Neslihan'ın hayalindeki mutfağı
da yine Atilla çizdi ve yarattı.
- Demet Evgar’ı bu sene farklı işlerde seyrettik. Sofra Sırları ona çok yönlü bir karakter sunuyor ve kariyerinin etkileyici performanslardan biri ortaya çıkıyor. Başrol kadar yardımcı oyuncuların performansları da dikkat çekiyor. Oyuncu yönetiminizden bahseder misiniz? Esnek misiniz, yoksa kesin kurallarınız mı var? Sette ve hazırlık sürecinde oyunculardan nasıl beklentileriniz oluyor?
Ben
bir yönetmenin çalıştığı insanlara yaratıcı bir alan açması
gerektiğine inanıyorum. Emrinizde çalışan insanlara sadece kendi
fikirlerinizi dikte eder ve bununla sınırlarsanız, sizi memnun
edince işleri biter. Halbuki ekipteki bir yaratıcı insanın üst
sınırı yönetmen olmamalı, kendi yaratıcı potansiyelini tamamen
kullanması lazım. Bu görüntü yönetmeni için de, kostümcü
için de, sanat yönetmeni için de, oyuncu için de geçerli. Yani
çalıştığım herkesle belli bir esneklik içinde çalışıyorum.
Fikirlerini alıyorum, gerekirse senaryoda değişiklik bile
yapıyorum. Ama benden farklı bir fikri olan, setten önce
söylemeli, hazırlık sırasında fikirlere değişikliklere açığım
ama sette artık kimseden bir itiraz, “şöyle de yapsak olur mu?”
gibi bir söz duymaya dayanamıyorum. Bir de senaryoları da kendim
yazdığım için diyaloglarda mutlaka çok iyi ezber istiyorum,
aynen yazdığım gibi oynanması konusunda ısrar ediyorum.
Hikayenin kendi kafamda gördüğüm hali konusunda çok ısrarcıyım.
Onu elde edebildiysem, gelecek farklı fikirleri değerlendiriyorum.
- Sofra Sırları Adana ve Malatya film festivallerinde yarıştı. En İyi Film, En İyi Senaryo ve En İyi Kadın Oyuncu dallarında iddialı bir adaydı. Fakat her iki jüriden filme ödül çıkmadı. 2011 yılında da Nar, Altın Portakal’da benzer şekilde görmezden gelinmişti. Bu konuda yorum yapmak ister misiniz?
Festivaller
konusunda yorum yapmaktan yoruldum. Açıkçası filmlerimin kontrolü
tamamen kendi elimde olsa yerli festivallere sadece yarışma dışı
katılırdım. 20 yaşımdan beri Türkiye'nin en saygın
yarışmalarında bir çok ödül aldım. Artık bu konuda bir
açlığım yok. Sanatta neyin gerçekten iyi olduğunun kararını
zaman veriyor. Meslekte uzun süre geçirince, parlayıp moda olan
bir çok filmin solup unutulduğunu görebiliyor insan. Benim için
en büyük mutluluk, Teyzem
gibi üzerinden 30 küsur sene geçmiş senaryolarımın,
9 ya da Ara
gibi 10-15 sene geçmiş filmlerimin hala izleniyor ve konuşuluyor,
inceleniyor olması. Sofra
Sırları henüz çok yeni
ama az önce bahsettiğim Malatyalı genç seyircinin haklı
çıkacağını biliyorum. Varsın bugünün jürileri kerameti
kendinden menkul kararlar alsın, Sofra
Sırları 15-20 sene sonra da
anılan ve seyredilen, üzerine yazılıp çizilen bir film olacak.
- Dört yıl önceki röportajda bir de kod adı Memleket olan bir projenizden bahsetmiştiniz. Hayata geçecek mi? Yeni projeleriniz neler?
Memleket
filme çekilmesi bugünün şartlarında zor, büyükçe bütçe
isteyen bir senaryoydu, dört yıl içinde bir romana dönüştü.
Hikayeyi roman olarak yeniden yorumlayarak yazdım. İsmi Bana
Göre Kıyamet. 2018 Ocak
ayında Everest Yayınları'ndan çıkacak. Belki birgün, şartlar
elverirse filme de çekerim.
Ocak 2018'de, Hayal Perdesi dergisinin 62. sayısında yayınlandı.