Üniversite yıllarınız İzmir'de
geçti... O dönemde İstanbul'a gitmeyi düşünüyor muydunuz?
Sinemacı olmak her zaman aklınızda var mıydı?
Her sinema okuyan genç gibi ben de
yönetmen olmayı hayal ediyordum elbette. Sinema sektörüne
girebilmek için de İstanbul'a gitmekten başka yol yoktu. 1985
yazında okulu bitirir bitirmez kendimi İstanbul'da buldum.
İlk
senaryonuz Teyzem, 1986 Milliyet Gazetesi Senaryo Yarışması'nda
Birincilik Ödülü aldı ve Halit Refiğ tarafından filme çekildi.
Ardından sekiz senaryonuz filme çekildi. 2001 yılında yazıp
yönettiğiniz 9 filmi 2003 yılında Yabancı
Film Oscar'ı için Türkiye'nin adayı seçildi ve çeşitli
festivallerde ödüller aldı.
Kariyerinizin bu kadar büyük adımlarla başlaması bugün
geldiğiniz noktaya nasıl etki etti?
Bazen, çok gençken her şeyin çok
çabuk ve kolay olmuş olması beni biraz kolaycılığa itti,
yeterince çaba göstermeyen biri oldum diye düşünüyorum. Şansıma
ve “yeteneğime” çok fazla güvendim ve hep ilk zamanlardaki
gibi kolay olacak sandım. Şans ve yetenek elbette sinemada başarılı
olmak için gerekli ama aynı zamanda sürekli deli gibi çalışmak
gerek. Ben geçmişte bazı dönemlerde eski öğretmenlerin “zeki
ama tembel” dedikleri gibi biri oldum, bazı dönemlerimi ciddi
vakit kaybı olarak görüyorum.
Yazanların,
çizenlerin hep bir derdi var. Siz ne için yazıyorsunuz? Yazmak
size ne ifade ediyor, yazarken nasıl bir ruh haline bürünüyorsunuz?
İlk senaryomdan beri beni yazmaya ve
film yapmaya iten şey sanırım bir tür haksızlık ve isyan
duygusu. Yakın çevremdeki insanlardan başlayarak her anlamda
haksızlık yaşayan insanları anlatmaya, savunmaya çalıştım
diyebilirim.
Teyzem, gerçek bir hikayeden alınmış
bir film... Bu hikayeyi bir de sizden dinleyelim.
Teyzem gerçek hikayeden alınmadı ama
“esinlendi” diyelim. Pek çok olay gerçek teyzemin ve bizim
ailemizin hikayesine benziyor ama insan yazarken hikayeyi ister
istemez yeniden uyduruyor, düzeltiyor, sıfırdan yazıyor. Olaylar
olduğunda ben filmdeki çocuk kadar küçük değildim, dayım
filmdeki Niyazi gibi biri değildi, dedem astsubay değildi, olaylar
İstanbul'da geçmiyordu vb. Ama film, gerçek hikayenin duygusu ve
acısını büyük başarıyla seyirciye geçiriyor.
Teyzem filmine
Ertem Eğilmez destek olmuş. Bu konuda bize daha detaylı bilgi
verebilir misiniz? Ertem Eğilmez ile
yollarınız nasıl kesişti?
Ertem Eğilmez ile Müjde Ar sayesinde
tanıştım. Film ikisinin desteği ve katkısıyla yapılabildi. O
zaman için fazla “uçuk” bir senaryoydu. Müjde ve Ertem Abi
arkasında durmasalar çekilemezdi.
Anlat İstanbul
filmi bize İstanbul'da yaşayan insanların
hikayelerini
masal tadında anlatıyor. Bu filmdeki beş
yönetmenden biri de sizdiniz. Bu proje nasıl gelişti? Masallara
yapılan atıf çok ilginç bir detay... Bunu yazma düşüncesi
nasıl oluştu?
90'lı yıllarda o zaman çok küçük
olan kızıma Külkedisi masalını okurken ilk fikir canlandı. Bu
masalın ve diğer Grimm Kardeşler masallarının batı kültüründeki
derinlemesine etkisini düşündüm ve bu masallardaki tüm kişi ve
olayların dünyanın her yerinde kolayca anlaşıldığını
farkettim. O dönemde, özellikle Fransa'da Türkiye'nin Avrupalı
olup olmadığı tartışılıyordu. “Avrupalı olmak nedir?”
diye sorabilmek için Türkiye'de, doğunun bir zamanlar kalbi olmuş
İstanbul'da geçen bir Grimm masalları uyarlaması hayal ettim.
Borges'in Shakespeare'in Julius Caesar sahnesini Buenos Aires'in
kenar mahallelerine uyarlaması gibi, bu masalları İstanbul'a
uyarladım.
Anlat İstanbul'da olduğu gibi farklı
şehirlerin farklı hikayelerini de kurgulamayı düşünüyor
musunuz? Örneğin filmlerinizde İzmir'e yer verme düşünceniz var
mı?
Taa okul yıllarımdan beri İzmir'de
geçen fantastik bir aile hikayesi hayal ederim. Bir ara senaryosunu
da yazmaya başlamıştım. Ama başka projeler araya girdi olamadı.
Birgün olur belki.
2008 yılında Hasan
Ali Toptaş'ın Gölgesizler adlı romanını senaryolaştırıp
yönetmenliğini
yaptınız. Bu tarz bir proje daha olacak mı ilerde?
İyi edebiyatı sinemaya uyarlamak çok
çok zor bir iş. Gölgesizler gibi çok iyi yazılmış kitapları,
sadık okurlarını mutlu edecek şekilde uyarlamak daha da zor,
belki imkansız. Ben kendi özgün hikayelerimden film yapınca daha
özgür ve mutlu oluyorum açıkçası. Bundan sonra da böyle devam
etmeyi planlıyorum. Ama bizim işlerde plan yapmak manasız, her an
fikir değiştirebilirim.
Ara, Harold
Pinter'ın İhanet adlı oyunundan bir alıntıyla başlıyor.
İhanet oyununda da iki ayrı çiftin aşk
ve ihanet ilişkilerini anlatıyor.
Pinter'ın metniyle Ara
filminin bir bağı var mı?
Harold Pinter en sevdiğim yazarlardan.
İhanet (Betrayal) oyunu da beni çok etkilemişti. Elbette Ara'nın
hikayesi, derdi, anlatım şekli çok farklı ama bir imrenme ya da
“ruh akrabalığı” var sanırım.
Dokuz filminde
sıkça 6 ve 9 sayılarına ve bu sayıların tersten bakınca
birbirinin aynısı olmasına gönderme yapılır.
Sizin anlatmak istediğiniz tam olarak neydi burada?
Bir olaya farklı açılardan bakınca
farklı görünümlere ve sonuçlara ulaşırsınız. 9'da tam da
bunu yapmaya çalıştım. Bir cinayet çerçevesinde bir mahallenin
hayatına farklı perspektiflerden bakmak.
Yazdığınız ya da yönettiğiniz
filmlerde anlatmak istediğinizi seyirciye tam olarak
yansıtabildiğinizi düşünüyor musunuz?
Bazı filmlerde evet, bazısında
hayır. Bir yönetmenin filmin efendisi olduğu sanılır ve filmdeki
her ayrıntıdan o sorumlu tutulur. Bu bazı filmlerde öyledir,
yönetmen her şeyi kontrol edebilir. Ama bazı filmlerde yönetmen
sadece bir yapının parçasıdır, yapımcı, oyuncu vb eşit
ağırlıkta söz söyleyebilir. Ben bazı filmlerimde o kontrolü
kaybettim. İstediğim kadar özgür hareket edip, hayal ettiğim her
şeyi yapamadım. Özellikle Anlat İstanbul ve Gölgesizler
filmlerimde itiraz ettiğim, “bunlar böyle olmasa çok daha iyi
olurdu” dediğim bazı şeyler var. Bazen de hiç olmayacak bir
hayale kapılıp, bir basiet bağlanmasıyla, imkansız koşullarda
film yapmaya kalkışıyor insan... Bir iş kazasına dönüşen
Kaptan Feza filmimi hiç yapmamış olmayı isterdim. Ama mesela 9,
ARA, NAR filmlerimde her ayrıntının, her sözün arkasında durup
hesabını verebilirim.
Filmlerinizdeki oyunculara gelirsek...
Çok önemli isimler görüyoruz filmlerinizde. Özellikle
çalışmaktan keyif aldığınız, aynı şeyleri anlattığınızı
düşündüğünüz bir oyuncu var mı? Örneğin bazı isimler
birkaç filmde çıkıyor karşımıza...
Yazdığınız bir karakteri iyi bir
oyuncuyla paylaşmak, onun o karaktere kattığı ayrıntıları
görmek hayatta en zevkli, en heyecan verici şeylerden biri. Bana
gerçekten ilham veren, yazma isteği uyandıran oyuncular var. Hangi
birini saysam diğerinin hatırı kalır.
İzmir'i film sektörü açısından
değerlendirirsek...
İzmir ulaşım kolaylığı, iklimi vb
açısından sinema için vazgeçilmez bir merkez olabilir aslında.
Bence şu an en büyük eksikliği bir film festivali. Antalya ve
Adana yıllardır Türk sinemasını toplayan büyük festivalleri
sürdürüyor. İzmir'in bunca yıldır bir festival geleneği
oluşturmaması büyük eksiklik. Oysa ülke çapında ya da Akdeniz
ülkeleri çapında bir büyük film festivali yapmak için ideal bir
şehir. Türk sinema çalışanlarını buluşturan bir festival
düzenlense, şehri daha iyi tanıyan sinemacıların gelecekteki bir
çok projede İzmir'i merkez edineceğinden eminim.
Senaryo yazmak, film yönetmek... Ve
bunlar dışında 4 kitabınız var. Bunlardan bahsedelim biraz da...
Yeni bir kitap gelecek mi?
Ben “film yapamadığı zamanlarda
yazan bir yazar” oldum. Edebiyatçı olabilmek için kendinizi bu
işe adamanız ve gerçekten yoğunlaşmanız gerek. Ben sinemadan
edebiyata ara sıra kaçtım ama istediğim kadar yoğunlaşamadım.
Yine de çekmecelerde bekleyen birkaç kitap fikri var, onlara da
sıra gelecek.
Gelecek projeleriniz neler?
Hülya Avşar, Burak Sergen, Alican
Yücesoy gibi oyuncuların yer alacağı "Sofra Sırları"
adında bir filme hazırlanıyorum. 2016 yazında çekilecek. Başka
gelişen projeler de var elbette ama onlardan bahsetmek için erken.
Bu söyleşi İzmir Life dergisinin Kasım 2015 sayısında yayınlandı.
Bu söyleşi İzmir Life dergisinin Kasım 2015 sayısında yayınlandı.