Wednesday, 7 October 2015

Altın Koza Film Festivali Katalogundan: Ümit Ünal - Yeşim Tabak


22. Adana Altın Koza Film Festivali'nde 9, Ara, Anlat Istanbul, Nar ve Gölgesizler topluca gösterilecekti. Maalesef, yarışma filmleri dışında tüm gösterimler iptal olunca, benim retrospektif de ancak festival katalogunda kaldı. Yeşim Tabak katalog için bir portre yazısı kaleme almıştı. Yazıyı paylaşıyorum:

Büyütmek için resme tıklayın.

Sinema yazarları, dönemlerin sosyolojisine ve filmlerdeki eğilimlere değinmek adına genellemeler yapmayı sever. Tam da bu yüzden, Türk sinemasının yakın tarihini belirgin akımlar altında özetleyen yazılarda, Ümit Ünalın adını her zaman görmeyiz. Ünalı nereye koyacağımızı bilemeyiz çünkü. Bir grup sinemacıyla aynı çatı altında sabitleyemeyiz kolayca. 80lerde bir Yeşilçam senaristi olarak hayatımıza girmiş olmasına rağmen, Yeşilçam geleneğinin temsilcisidir diyemeyiz örneğin. Ya da birebir 80lerin ruhuyla özdeşleştiremeyiz. 2000lerin başlarında, tamamen dijital çekilmiş ilk Türk filminin, hem biçimi hem de yapım koşulları açısından son derece bağımsız ve deneysel 9un yönetmeni olarak karşımıza çıkan da aynı kişi çünkü.

Çocuk kalmış (dışı pek ciddi görünse de içi narsistik evrede sıkışmış) yetişkinlerin ülkesinde, olgun (zira empati kurabilen) bir çocuk gibidir Ümit Ünal: Sonucun garantili olmadığı yollara girmeye, deneyler yapmaya hazır; hayal gücünün peşinden gitmeye hevesli ve katı bir çerçeveye ayak uydurmak yerine hep oluş halinde, (edebiyat ve illüstrasyonla da uğraşan, ucundan tiyatro ve müziğe bulaşmış) çok yönlü bir sanatçı. Bu daima genç duruşa rağmen, henüz 21 yaşındayken yazdığı Teyzemde bile, ve diğer en iyi filmlerinde, duyguların karmaşasına vakıf bir senaristi görürüz. Ünalı sanat sinemasıyla ticari sinemanın kesiştiği yerden Türk halkının gönlüne yerleştiren Teyzem, teyze-yeğen ilişkisinin en iyi dost / yarı anne / bir nevi sevgili karışımı doğası, mahalle baskısıyla sakatlaştırılan kadınlık, ikiyüzlü toplum ahlakının ket vurduğu bireyleşme ve yarım kalmış modernleşmenin traji-komik tezahürlerinden yürek burkan sahicilikte bir dünya kurmuş; bildiğimiz ama adını koymadığımız bir yarayı görünür kılmıştı.

Teyzemin başarısı, Yeşilçamın son yılları diyebileceğimiz 80ler sonları ile 90lar başlarında birçok filmin senaristi (veya ortak senaristlerinden biri) olarak deneyim kazanma, üstelik Atıf Yılmaz, Şerif Gören, Ertem Eğilmez gibi eski kuşak ustalarla çalışma fırsatı tanıdı Ünala: Milyarder; Hayallerim, Aşkım ve Sen; Arkadaşım Şeytan; Piano Piano Bacaksız; Amerikalı; Berlin in Berlin.

Yeşilçamın ustaları, kısıtlı prodüksiyon koşullarında hızlı çalışmaya alışkındır; kimi zaman başyapıtlar çıkaran, kimi zaman da araya serpiştirilmiş hoşluklarla yetinmiş ticari işler üreten, idealist sanatçı ile mütevazı emekçi arasında gidip gelen bir sinemacılığı temsil ederler. Bu ustalarla çalışmanın Ünal’a kazandırdıklarından biri, film yapım sürecine dair bir pratiklik olmalı. Setinde çalışmış olanlar teyit edeceklerdir ki, Ünal şartlar sıkıştırdığı zaman gerginliğin faturasını ekibine çıkarmak yerine çözüme odaklanmayı bilir. Kariyeri, günümüzün Türk filmciliğinde pek rastlanmayan biçimde farklı görevleri (sadece senarist, sadece yönetmen ya da auteur sinemacı; TV dizisi veya reklam filmi yönetmeni) üstlenebildiği, bazen tamamen kişisel bazen ticari kaygıları ön plana aldığı, zikzaklı bir çizgi ortaya koyar. Ünalın eski kuşaklara yakın durduğu bir diğer yönü de, etki-tepki prensibinde olayların olayları kovaladığı klasik bir öyküleme oluşturmadaki becerisidir. Her şeyden çok bir hikayecidir Ümit Ünal. Bir temanın takıntılı biçimde tekrarı yerine, birbirinden çok farklı prodüksiyon koşulları gerektiren, türlü türlü hikayeler çıkarır önümüze. Sırada hangi proje var? diye sormaya kalkarsanız, uygun koşulları bekleyen, bir kısmı belki de hiçbir zaman gerçekleşme fırsatı bulamayacak, bir sürü şaşırtıcı projesi olduğunu fark edersiniz.

Envai çeşit proje arasında belki de en başarılı oldukları, auteur kimliğiyle karşımıza çıktığı, küçük bir kadro, kısıtlı mekan ve düşük bir bütçeyle kotardığı filmler: Zaman zaman romantize edilen geleneksel Türk mahallesinin kirli çamaşırlarını ortaya çıkardığı 9 ve modernleşme konusundaki arada kalmışlığımızı temsil eden, büyük şehirde cazip meslekleri icra eden, burjuva kesimi oluşturmaya talip karakterleri incelediği Ara ile Nar. Bu üç film de, toplumsal ahlakın ve imajlara dair kaygıların körüklediği bir çürümeyi açığa çıkarır; ciddi eleştiriler getirir. Ancak Ünalın meselesi, eleştirel olmak ya da yargılamak değildir. Ünal, karakterlerini defolarıyla birlikte kabul etmiştir; ille de sempati gösterme ihtiyacı duymadan empati kurmuştur onlarla. Yönetmenin asıl ilginç ve kayda değer bulduğu, farklı karakterlerin defolarının birbiriyle nasıl ilişkiye girdiği, birbirini nasıl tetikleyip ne gibi düğümler yarattığıdır.

9la başlayan yönetmenlik dönemindeki diğer işleri hakkındaki görüşler muhteliftir. Ancak bu filmlerin her biri, ele aldıkları konular itibarıyla Türk sinema tarihine zenginlik katmış çalışmalardır. Hasan Ali Toptaşın romanından uyarladığı Gölgesizler, zaman-mekan ilişkisini gerçeküstü, zihnin sınırlarında gezinen bir yapıda ele alır ve biçimsel anlamda güncel Türk sinemasının belki de en cesur yaklaşımını ortaya koyar. Bu filmi anlamak / anlamamak, beğenmek / beğenmemek üzerine bolca tartışılmıştır. Ancak son kararınız ne olursa olsun, mutlaka hatırlanacak bir atmosfer yaratmıştır Ünal. Batı masallarını günümüz İstanbuluna uyarladığı ve kendisi dahil beş yönetmeni bir araya getirdiği Anlat İstanbulda, büyük bütçeli / yıldız oyunculu sinemacılığa deneysel olma şansını tanımıştır. 70ler ve 80ler Türk sinemasının fantastik B-filmlerinden ilham alan Kaptan Fezada, bizzat B-filmlerin naif çerçevesine girmiştir. Senaryosunu Uygar Şirinin yazdığı Seste ise, sinemamızda çoğu kez ucuz bir popülizme mahkum kalan gerilim türünün çıtasını yükseltmiştir.

Çekimlerine önümüzdeki yıl başlayacağı Sofra Sırlarında, Türkiye popüler kültürünün divası Hülya Avşara, bir seri katili oynatacak. Ünalın, birçok kahramanı gibi arada kalmışlıkları barındıran, farklı uçları temsil eden kariyeri, tek ve net bir şey olmamanın nasıl da zengin bir dünya algısı yaratabileceğinin kanıtı. Otuz yıla varan sinema geçmişine bakınca, sıradaki filmlerini merakla beklememek elde değil.