Altının
tersi mi dokuz, dokuzun tersi mi altı?
Farklı
yerden bakınca gördüğümüz aynı şeylerin hikayesi. Ya da
gördüğümüz değil, görmediğimiz şeylerin saklandığı bir
öykü diyebiliriz bu film için. 2002 yapımı, Ümit Ünal’ın
baştan sonra digital olarak çektiği ilk film.
Film
Kafka’nın alıntısıyla başlar;
"…ama
çıt çıkmıyordu, en küçük bir uğultu bile duyulmuyordu.
Makine böylesine sessiz çalıştığı için dikkatimizi
çekmiyordu…"
Acaba
bu kadar sessiz çalışan makine neydi? Toplumun kendisi mi, günlük
sıradan koşturmacalar, alışveriş telaşı, okula giden çocuklar,
kepenklerini açan esnaf, birbiriyle selamlaşan ev hanımları.
Hayatın içinde mutlu, keyifli ve cici bir mahalle mi? Ya da
göründüğünün- gösterildiğinin aksine, ötekiler mi,
dışarıdakiler, başkaları mı? Normal, sıradan olanın arasında
kaynayıp giden diğerleri mi? İt kopuklar, fahişeler, nataşalar,
deliler, esrarkeşler, yahudiler, eşcinseller, solcu- komünistler,
ateistler, sokak köpekleri…Toplumun arasında olmasını
istemediği, görmediği, görmezden geldiği, ya da görmek zorunda
kaldığında yok ettiği diğerleri mi? Düzene uyum sağlayamamış
olan diğerleri. Makinenin sessiz çalışmasını bozmaya
çalışanlar, makinenin dişleri arasında ezilip yok olurlar mı?
Ya da törpülenip uyum mu sağlarlar?
Filme
bu açıdan baktığımız zaman, Türkiye’de ki çarpık sosyal
yapının yansımalarını görüyoruz. İdeallerini kaybetmiş,
kendilerini saklayan insanlar. Kalabalığa karışıp sıradan
olmaya çalışan… Ütopyasını kaybetmiş adam, ilk aşkını
kaybetmiş kadın, dünyayı değiştirmek için uzaklara gitse de
dönen gizli baba, eşcinsel aşkını herkeslerden gizleyen evli
barklı fotoğrafçı, bir fahişenin memesinde ağlayan genç erkek,
babasından yediği dayaklardan usanmış, kaybolmuş bir ülkücü.
Aslında
hepsi iğdiş edilmiş, yok edilmiş, sıradanlaştırılmış
insanlar. Bu kadar normal gözükmeye çalışan kaotik bir yapının
içinde; aslında en olduğu gibi olan kirpi. Dilinde kayıp bir
türkü. Belki psikoz, belki madde bağımlısı, belki de ikisi
birden. Ama kendisi gibi. Sokaklar da yatıp kalkıyor, kimseden
birşey istemiyor, kimse gibi olmaya çalışmıyor. Aslında
toplumun görmek istemediği bir karakter. Ve toplum kendisi gibi
olmayanı, normale dönmeyeni bir şekilde yok ediyor. 9 filminde
kirpiyi öldürdüğü gibi. Yani düzene en uymayanın özgürlüğü
bir anda elinden alınıveriyor. Ve katilini arıyor film.
Diğer
bir bakış açısıyla, ensest yasağının uygulanmadığı bir
ortamda ortaya çıkabilecek suçluluk ve utanç, bizi diğerlerine
doğru itiyor. Yani topluluklar arası ilişkilerde ensest yasağının
rolünün önemi geliyor aklımıza. Ensest yasağı, nasıl
sevgilinin, aşkın aile dışında aranmasını getiriyorsa, aynı
dışarı yönlendirmeyi saldırganlık için de yapıyor.
Birbirimizi değil onları öldüreceğiz, birbirimize değil, onlara
zarar vereceğiz.
Başka
bir yerden baktığımız da ise, dokuzun tersi altı, acaba
bilincinde altı olabilir mi? Belki o sessiz çalışan ve kimsenin
sesini duymadığı makine bilinçaltıdır. Nede olsa film bizi,
cinselliğe ve saldırganlığa çekiyor. Ya da şöyle söyleyeyim,
elimize iki kocaman taş veriyor, idi- i simgeleyen. Kirpi hamile
kalmış, kafası ezilmiş ve çıplak bir halde ölü bulunuyor.
Freud’a
göre alt bilinç ruhsal yapının en derin ancak en önemi
bölgesidir. Alt bilincin yapı taşlarını dürtüler oluşturur.
Bunlar yaşam boyu algılanmazlar. Ancak dürtü istekleri, dürtü
tasarımları ve doyuma zorlayan güçleriyle fark edilirler. Değişik
istekler, zıt duygular ve birbirlerinin karşıtı olgular alt
bilinçte birbirlerini rahatsız etmeyen karmaşık bir birliktelik
içindedirler. Tıpkı bu mahallenin, davulcu cinayetine kadar olan
süreci gibi.( ki aslında bir ailenin tümden yok edilmesini, filmin
karakterleri sadece - davulcu cinayeti - diye anımsarlar; agresyon
ve şiddetin en uca geldiği, bir adamın karısını ve çocuklarını
öldürüp, kendisini öldürmeden, yoldan gecen davulcuyu; öylesine,
sıradan ve tesadüfi öldürmesi iz bırakmıştır sanki o gecede…
Asıl gercek odanın içinde kalmıştır. Kapıların ardında,
buzdağının görünmeyen tarafında- tıpkı filmin bütününde
olduğu gibi )
Karşıt
olgular, uyumsuz kavramlar ve çelişkili güçler birbirlerini
dışlamazlar bilinçaltında. Aynı şekilde bu bölgede etik
yasaklarda geçersizdir. Zaman kavramı yoktur. Kargaşa alt bilincin
işlev ve ögelerinin temek özelliğidir. Tek amaç bebeğin anında
süt araması gibi, geciktirilmeyen tam doyumdur. Zıt isteklerin
aynı zamanda belirmesi, onların birbirlerinden uzaklaşması
sonucunu doğurmaz. Böylesi durumlarda yer değiştirme, birleşme,
yoğunlaşma ya da ortak bir amaç bulma yoluna gidilir. Ortak amaç,
bizi filmin başına, ortak gizliliğe ya da suç ortaklığına
sürükler.
Karanlıktan
aydınlığa çıkan yüzler gibi, üzerlerindeki tozu zamanla atan
hikayeler belirir. Filmdeki gerilim arttıkça regresyon başlar.
Köseye sıkışmış gibi küçülen, eğilip bükülen bedenler,
otoritenin karşısında regresyona uğrarlar. Gerileme( regresyon)
ulaşılmış bir ruhsal gelişme düzeyinden daha önceki, daha az
gelişmiş bir düzeye dönüş olarak tanımlanır. Gerileme
dürtüler, duygular, benlik ve üst benlikte ortaya çıkar. Filmde,
karakterlerin sorgu sırasında polisleri korkutucu, cezalandırıcı
ve azarlayıcı olarak görmeleri üst benlik işlevlerinde
gerçekleşen bir gerilemenin belirtisi olabilir. Üst benlikte
gerçekleşen regresyonun klinik yansıması korku ve suçluluk
duygularının artmasıdır. Film de çok net gözlenen bu duygular,
olayın sadece bir cinayet sorgusu olmasının dışında, hepsinin
kendi hayatlarına tutulan aynaların yansımaları da olabilir.
Savunma
düzeneklerinin ilkelleşmesi, örneğin bastırmanın yerine
bölmenin ortaya çıkması, üçlü ilişkilerden ( çocukla anne
arasına üçüncü bir kişinin bulunmasına olanak veren
ilişkilerden) ikili ilişkilere( anne ile çocuk arasına üçüncü
bir kişinin bulunmasına olanak vermeyen ilişkilere) dönme de,
benlik işlevlerindeki gerilemenin başlıca belirtileridir. Filmin
başında kurulan cümlelerdeki, mahalle bütünlüğünün giderek
dağılıp ikili ilişkilere inmesi, ya da yok sayılan bastırılan
hikayelerin ya da kişilerin film ilerledikçe iyi yada kötü
olarak bölünmesi gibi…
Amerikalı
Gençken
Amerika’da 13 yıl kalıp, dönmek zorunda kalan, lakabı
Amerikalı. Mahallenin baktığı, yemek verdiği, bazen bir ermiş
gibi görüp, adeta günah çıkarırcasına onunla suçluluklarını
paylaştıkları bir evsiz. Kendi yaptığı bir baraka da yaşayan,
ama hep sokaklarda bir adam. Yakın dostları sokak köpekleri olan.
Filmin hayırsız evlatlarından. Annesinin sadece cenazesine
yetişebilmiş, kalan tüm evleri ve arsaları satmış. Temizlik,
inşaat, eşya taşıma. Ne iş olursa yapan. Eskiden yakışıklı,
kot pantolonlu, motorsikletli, havalı bir adam. Filmin şimdiki
görgü tanığı. Filmdeki her olayı görmüş, her şeyin
farkında, tüm sırlar önce onun algılarından geçmiş.
Sorgulardaki regresyon artıp da mahallenin suçluluğu arttıkça,
bölmenin ilk kurbanı Amerikalı oluyor. İlk suçlanan o. Bu
gerçekten kaybedenlerden olduğu için mi, yok da filmin en temel
suç delili kamerayı bulmak da dahil, her şeyi gördüğü için
mi? Bilinmez. Ama en zayıf halka, ilk suçlanan ve doğal olarak ilk
dışlanan Amerikalı olur.
Tunç
Filmin
ergen gençlerinin isimleri Kaya ve Tunç. Sertler, sapına kadar
erkekler. Tunç kendisini milliyetçi, fedakar, yardımsever diye
tanımlıyor. Babasının mesleği olan kasaplığa devam ediyor, ama
etten tiksiniyor. İlkel öfkeler ve ilkel savunmalar. Özdeşim
yapabileceği kendisine sürekli şiddet uygulayan bir baba ile
milliyetçi diyerek anlattığı ama şimdi yurt dışında yaşayan
abisi var.
Eril
kimliğini bulma çabasındaki karmaşa, gücünü ve erkekliğini
gösteremeyeceğini düşünerek, abartılı bir kimlik yansıtıyor
seyirciye. Ya da arıyor seyirci ile beraber. Fuck- ile anlatmaya
çalıştığı korkuları ve kaygıları, reddedilmesi, yeteri kadar
saygı duyulmaması belirgin. Belki daha sevgi dolu büyütülseydi,
sağlıklı bir kimlik yapılanmasıyla korkuları azalabilirdi. Ama
sürekli maruz kaldığı şiddet, örselenmiş kendiliği,
özgüveninin öncelikli olarak silindiği, yittiği, yok olduğu
izlenimini veriyor seyirciye.
Firuz
Firüz;
mutlu, sevinçli, talihli demek. Filmde en çok dürtüleri ile
uğraşmak zorunda kalan insan diyebiliriz Firuz için, acaba ne
kadar mutlu? Filmin başlangıcındaki anksiyetesinin ne kadarının
sorgu ile ilgili olduğu, ne kadarında gerçekten anksiyöz, gergin
ya da kısmen tedirgin özelliklerinden olduğu tartışılır.
Çektiği fotoğrafların negatiflerini saklayan -herkesin yüzü
bende saklı- diyen kısmen obsesif bir adam. Adı mutlu kendisi
anksiyöz olan Firuz için, dürtü, çatışma, anksiyete ve savunma
dörtlüsünü kullanabiliriz. Bu dörtlü ruh çözümlemesinin
temel kavramlarındandır. Anksiyetenin dürtü, çatışma ve
savunmalarla olan sıkı bağlantısı sürekli vurgulanır. Belki de
temel mutsuzluğunun nedenini, biseksüel ya da eşcinsel olmak, bunu
gizlemek, evli ya da çocuk sahibi olan bir babaya dönüşmek ile de
açıklayabiliriz. Bu anlamda filmin –baba- ile olan bağlantısı,
ödipal süreçlere doğru çekiyor bizi. Çünkü aslında bu filmde
bir baba olmadığını fark ediyoruz. Babalar; eksik, terk etmiş,
gizli, şiddet uygulayan yada çok az bahsedilen.
Salim
Salim;
sağlam sakin ve huzurlu demek. Filmin saklı babası. Olmayan,
gizli, bilinmeyen. Her katil, katil olmadan önce sıradan bir
insandır- der bize. Hiçbirsey çıplak gözle görüldüğü gibi
değildir- ya da mahallenin tozlu sokaklarının altından akan
kızgın lav tabakasından bahseder. Seyirciyi uyarır, ama filmin
asıl gerçeğini gizler. Yaşadığı hayal kırıklıkları ile
örsenlenmiş, kırtasiye dükkanında hep aynı yerde oturan
Salim’in derin hüznünden, ödipal babaya uzanan süreçte; orada
olmayan yok ya da başkası sanılan babaya döneriz. Oğlu ile olan
ilişkisinde, sınırlayıcı değildir. Baba oğlunun kendisini
önemsemesi, çevreye açılması, kendisini çevreye kabul
ettirmesinde yardımcı olur. Oğlunu onaylar ve destekler. Ödipal
karmaşasının temelinde yatan baba ile rekabet, Kaya ve Salim
ilişkisinde ne kadar vardır? Olmayan; bir mahalle büyüğü
sanılıp saygı duyulan Salim, oğlunu ne kadar şekillendirebilmiş?
Ne zaman kontrolü kaybetmiştir. Dostoyevski okuduğu zamanlar da
övündüğü, kendisi gibi olduğundan gurur duyduğu Kaya’nın,
ergenlikten sonra Salim’e aktarımı bozulmuş, başka arayışlara
yönelmiş ve farklılaşmıştır. Salim’in mutsuzluğunun
temelinde, belki suçluluk kadar hayal kırıklıklarının yarattığı
öfkede var olabilir.
Saliha
Dinin
buyruklarına uygun harekette bulunan, elverişli, iyi ve uygun
demek. Sözcük anlamının ardına gizlenmiş olan tüm uyum,
Saliha’nın anneliğin ardına gizlenmesi gibi. Sürekli, ana
olmaktan, özveriden, fedakarlıktan bahseden, diğer tüm kadınlara
öfkeli. Ona göre tüm kadınlar başlarına gelen kötülüğü hak
ediyorlar. Kirpi de davulcunun karısı da bunu hak etmişti- diyor.
Bu öfkenin ardında kendi suçluluğu yatıyor. Cinselliğini;
cinsel suçluluğunu –annelik- ile örtmeye çalışıyor. Çünkü
annelik kötülüklerden arındırılmış ve kutsal. Ama Saliha’nın
annenin bakım ve koruma içgüdüleri kadar, çocuğun gereksinimi
olan sevgi ve sıcaklığı ne kadar karşılayabildiğini- uslu
çocuk- olan Kaya dan anlayabiliriz. Kohut bütünleştiren, koruyan,
eş duyum yapabilen, özsevisel gereksinimleri anlayan bir anne
yokluğuyla narsistik bozukluklar arasında güçlü bir bağlantının
olduğu kanısında. Bu nokta da belki de Saliha’nın, tek başına
vermeye çalıştığı ve hep arkasında saklandığı annelik,
Kaya’ya ne kadar yararlı ve yeterli olmuştur?
Kaya
Kaya’nın
ortaya çıkmasıyla sorular da beraberinde geliyor. Neden Kaya daha
sonra ortaya çıkıyor? Film neden bize onu sonradan verip, katili
de Kaya ilan ediyor?
İlk
verdiği ifade de babasını suçluyor Kaya. Gercek babası olduğunu
bilmeden? Katil Salim abi- diyor! Tabi bu söylem, beni yeniden
konunun başına, filmde en çok hissettiğim baba ile ilgili soruna
getiriyor. Diyorum kendime içimden? Bu filmin baba- babalık ile
alıp veremediği nedir? Acaba o sessiz çalışan makine baba,
polisler, otorite ya da süper ego olabilir mi? Kaya’nın belki
suçlulukla söylediği tekerleme, dürtülerin doyumu, dayanamayıp
dolaptan aşırılan hüpürdetilip ortalığa saçılan kaymak,
fırlatılan boş tabak. Süper ego; baba karşısında suçunu
gizlemeye çalışan bir çocuk gibi.
Ters
dönen dokuz, bizi gerçekten -katil kim? soruları ile baş başa
bıraksa da , aslında katil hepsi değil mi? Hepsinin suçluluğu ya
da hepsinin suç ortaklığı…Salim’in dediği gibi aslında, bu
hikaye nereden çekersen oraya gider! Çektiğin yer ya da gördüğün
şeyin ne kadarı film ile ilgili, ne kadarı sizinle, ne kadarı
bizimle?
Dr.
Aslı Aktümen Bilgin
Psikiyatrist-Psikoterapist
Bu metin 25 Eylül 2013'te, İzmir'de düzenlenen 49. Psikiyatri Kongresi'nde, 9 gösteriminin ardından yapılan sunumun yazılı halidir.