Saturday 20 January 2018

Vatan Kitap - “Bana Göre Kıyamet” Röportajı - Cemre Nur Meleke


Işık Gölge Oyunları kitabınızın ardından Bana Göre Kıyamet’i yazmaya nasıl karar verdiniz?

2014 yılında “Memleket” adında bir senaryo yazdım. Ismarlama değil, tamamen o sırada “içimden gelen ses”e uyarak. Fakat senaryo içeriği ve üslubu itibariyle ticari sinemanın koşullarına o an için uygun değildi, filmi hemen yapamayacağımı anladım. Böylece hikâyeyi romana dönüştürmeye başladım. Çünkü bu hikâyenin güncel ve anlatılması gereken bir hikâye olduğunu düşünüyordum. Daha sonra Everest Yayınları’ndan kitaplarımı basmaya dair bir teklif geldi. O heyecanla bir yıl içinde romanı bitirdim.

Peki senaryoyla romanınız aynı mı? Değişiklikler oldu mu?

Hikâyenin özeti aynı denebilir ama detaylar çok değişti. Romanda olup da senaryoda olmayan çok karakter var. Elbette en başta anlatım dili değişti, kitaba dönüşebilmesi için yeni bir anlatım kurmam gerekiyordu.

Özellikle romanın ismi ilgi çekici. Neden bu ismi seçtiniz?

Roman, bir aşk hikâyesinin yanı sıra insanlığın ne kadar bozulduğunu da anlatıyor. Kıyametin aniden kopmayacağını, zaten uzun zamandır kopmakta olduğunu söylüyor. Ünlü bir film ve TV yıldızı olan Bahar kaybolmuş. Kitap boyunca Bahar ve onu tanıyanlar, bize kendi kıyametlerini anlatıyor.

Kitabınızda çizimler de size ait ve oldukça ilgi çekici. Sizin için ne ifade ediyor?

Çocukluğumdan beri resim hayatımda hep var. 2016’da “Mahlukat Bahçesi” adında bir sergi açtım, oldukça ilgi gördü. 2017’de Hasan Ali Toptaş ve Mehmet Yaşin'in iki kitabını resimledim. Bunlardan cesaret toplayıp kendi romanımla da desenlerimi birleştirdim. Aslında bu kitap özelinde desenden çok dijital kolaj demek daha doğru. Suluboya desenleri, photoshop'ta kolaj gibi işliyorum.

Roman okurken gülümsemek ve romanın içine girmek de çok önemli. Siz bunu kitaplarınızda ve filmlerinizde başarıyorsunuz.

Evet, benim yaptığım her işte bir mizah dozu var. Hiçbir zaman gerçek bir komedi yazarı olmadım. Komedi çok zor bir tür. Ama hayata bakışımda en baskın unsur kara mizah. Bu filmlerime ve kitaplarıma da yansıyor.

Romandaki olay örgüsü, karakterlerin dilinden olayların aktarılması, 9 filminize çok benziyor. Siz bu çok anlatıcılı tarzı seviyorsunuz.

Eğer bu hikâyenin filmini çekmiş olsaydım 9'daki gibi farklı anlatıcılar olacaktı. Sanki çok ünlü bir film yıldızı olan Bahar'ın kayboluşu üzerine bir belgesel yapılıyormuş gibi olacaktı. Hikâyeyi edebiyat diline aktarırken başka bir anlatım tarzı bulmam gerekiyordu. Ana anlatıcı karakterin dilini ve üslubunu bulduğumda bu romanı yazabileceğimi anladım.

Kitabınızda işlediğiniz diğer bir konu da mülteciler meselesi. Bu konuyu neden ele almak istediniz?

Çok kısa zamanda Dünya’nın en çok mülteci alan ülkesiyiz herhalde. Her yerdeler ve çok büyük sorunlar yaşıyorlar. Görmezden gelmek imkânsız. Bir şekilde hepimizi etkileyen bir durum.

Romanınızda beni en çok etkileyen ve benim gibi gezgin ruhlu insanları da etkileyeceğini düşündüğüm “yersizlik” kavramından bahsediyorsunuz. Maya “Bize her yer gurbet oldu” diyor.

İlk senaryodan beri değişmeyen bir cümle o. İki baş karakter, Bahar ve mülteci Maya arasındaki ortak duygu, bir yere ait olamama duygusu, sonsuz bir memleket hasreti. Bahar, çok zengin ve ünlü ama hayat boyu kendisini hep evsiz hissediyor.

Romanda vampir olgusuna farklı bir açıdan değinmişsiniz. Vampiri kötü bir karakter olarak nitelemekten ziyade okuyucuyu kitabın sonunda şaşırtıyorsunuz.

Benim için hayatta tek bir doğru, tek bir iyi, tek bir kötü yok. Romanda da öyle, her karakterin belli iyilikleri ve kötülükleri var. Metafizik inançlarım yok, vampirlere inanmam ama edebiyat, ya varsa deyip onun üzerine zihinsel ve duygusal bir egzersiz yapma ve bununla bir dert anlatma işi. Vampir hikayelerinin çoğunda, vampirler kötü, sapkın, katildir. Ama ya vampirler de kurbansa? İnsanların öncelikle insanlığa, doğaya, dünyaya yaptığı kötülükler vampirleri de çaresiz bıraktıysa? Hikâyenin temel buluşu bu.

Aşkın cinsiyetsizliğine de bir vurgu olabilir mi?

Ben klasik vampir figürünü bu romanda tersine çevirmek istedim. Vampir öldüren, yok eden değil, neredeyse özgürleştiren biri burada.

Sizin kimi filmlerinizde LGBTI bireyler var ama filmlerin konusu, ana meselesi lezbiyen/gay olmak değil. Kitabınızda da Maya ve Bahar’ın aşkı bir sorun olarak nitelendirilmiyor.

Türkiye’de filmlerde, romanlarda gay/lezbiyen karakterler ya karikatürize birer yan unsur olarak yer alıyor. Ya da gay/lezbiyen olduğu için başı derde giren karakterler olarak işleniyor. Ben bu durumu kendi işlerimde değiştirmeye çalışıyorum. LGBTI bireyleri hikayelerin merkezine koymaya, hikâyelerine dışarıdan değil içeriden bakmaya, onları bir derinlik içinde çizmeye uğraşıyorum.

Ben romanınızı bir çırpıda okudum. Roman yazarken akıcı olmak önemli değil mi?


David Mamet “Bütün kuralları unutun, sıkıcı olmayın yeter.” diyor. Bile isteye sıkıcı olan sanatçıları anlamıyorum. Mesela Kafka, yazdıklarının yayınlanacağını düşünmeden yazıyordu. Ama bir şekilde okura ulaşmak isteyen, acil bir şeyler anlatmak isteyen hikayeler, romanlar yazdı. Eğer film çekiyorsan, yazıyorsan bir şekilde bunların algılanacağını, okuyucuya, seyirciye ulaşacağını biliyorsun. Zaten yazmanın başka bir anlamı yok, birileri için yazıyorsun. Can sıkıntısını, ciddi bir derdi anlatmak için okuyucunun da bunalması gerekmiyor. Dolayısıyla yaptığım her işte izleyiciyi, okuyucuyu kendimle eşit görerek bir ortaklık kurmaya çalışıyorum. Bir derdim var, onu insanlara anlatmak istiyorum.