Küçük
bir sahne anlatayım: Televizyonda bir doğa belgeseli seyretmiştim
çocukken. Bataklıkta yaşayan bir kuş cinsinden bahsediyorlardı.
İnce uzun boyunlu, upuzun gagalı ve narin yapılı bu kuş, kendini
koruyacak silahlardan yoksundu. Peşine düşen düşmanlardan
korunmak için tek yöntemi sazlıklar arasında bir saz taklidi
yapmaktı. Uzun gagasını havaya dikip boynunu da uzatarak incecik
bir saza dönüşüyor, rengi sayesinde de gerçekten sazlıklar
arasında neredeyse görünmez olabiliyordu. Ama belgesel ekibi bu
kuşlardan birini yakalamış ve stüdyoya getirmişti. Stüdyoda bir
sürü insanın ve parlak ışıkların ortasında onu filme çekmeye
çalışıyorlardı. Onca ışığın altında çıplak bir masanın
ortasında tek başına duran zavallı mahlûk ne yapıyordu
dersiniz? Ne yapacak: Saz taklidi, elbette. Gagasını havaya dikmiş
büyük bir ciddiyetle çevresindeki insanları, sazlar içinde bir
saz olduğuna ikna etmeye çalışıyordu.
Sonuçta
ne yaparsak yapalım ışıklar altında bütün zaaflarımızla
çırılçıplağız. Herkesin kim olduğu, ne olduğu ortada. Ben
ciddiyet maskesi altında gizlenmekten hayat boyu kaçtım. Kendimi
açıkça dile getirmeyi, derdimi, kızgınlığımı paylaşmayı ve
çoğu zaman içinde bulunduğum durumlarla ve kendimle dalga
geçmeyi, şakayı seçtim. Bunun zararını da görmüş olabilirim.
Yine de açıklık ve samimiyet zor olsa da, ortalıkta saz taklidi
yaparak gülünç cakalar satmaktan daha iyidir bence.
(Bu parça "Işık Gölge Oyunları"nın önsözünde yer alıyor. Bugün paylaşmak istedim yeniden.)