Büyütmek için resme tıklayın. |
“Mahlukat
Bahçesi”nden Manzaralar
Senarist,
yönetmen ve yazar olarak tanıdığımız Ümit Ünal, sanat
yaşamının 30. yılında yeni bir alana adım atıyor. Ünal bu kez
desenlerini “Mahlukat Bahçesi” adı altında izleyici karşısına
çıkarıyor. Sergi 12 Nisan – 15 Mayıs tarihleri arasında,
Tophane'deki yeni bir sanat mekanında, Boğazkesen Caddesi'ndeki Ra
Binası'nda gezilebilecek. Zeki Coşkun, İstanbul Concept'le
düzenlediği serginin oluşum sürecini kaleme aldı ve Ümit Ünal
ile konuştu.
Zeki
Coşkun
Ümit
Ünal'ı filmleri ve kitaplarından tanıyordum. Geçen yılın
sonları olmalı, bir kolektif sergi projesini konuştuğumuz
arkadaşım onun Instagram'da yayınladığı işlere de bakmamı
söyleyene dek resim yaptığını bilmiyordum. Baktım ve şaşırdım.
“Storyboards” başlığı altında yedi sekiz resim vardı.
Bilgisayar ve çizim programlarının henüz devreye girmediği 30
yıl öncesinde reklam ajanslarında, senaryonun görselleştirildiği
illustrasyon çizgi bantlara storyboard deniyordu. Karşımdaki
işlerse bambaşka: Her birinde apayrı bir renk cümbüşü ve onun
eşliğinde “trajedi” fışkıran enstantaneler vardı karşımda.
Mekan, zaman ve olayın figürü minimize edip, hiçleştirerek
trajediyi gösteren resimler.
Evet
düşündüğümüz serginin konseptine uygun çalışmalardı
bunlar. Asıl sürprizi Ümit Ünal'ın “Tammen ayrı ama bunlar da
ilgi görüyor” dediği “Mahlukat Bahçesi” dosyasını
açmasıyla yaşadım.
Yine
“enstantane” diyebileceğimiz anlık belirlemeler vardı bu kez
karşımda. Bahçe ahalisinin her biri ayrı bir şahsiyet. Figür
değil, şahsiyet, evet. Ama ne şahsiyet! Hem çok iyi bildiğimiz,
sıkça rastladığımız, hem de hiç öylesine çıplak, öylesine
somut ve fakat bilgimizi de tahayyülümüzü de her daim aşan
şahsiyetler, gerçek anlamıyla “mahlukat”lar... Pozdan poza
girerek sahne alıp hemen yerini bir diğerine, başkasına
bırakıyordu. Kalıcı ve uçucu. Gerçek ve ötesi.
Bir
yanıyla “Çocuklarını Yiyen Satürn”ün ya da “Çığlık”ın
eşiğinde, şaşkın ve kendinden emin “mahlukat”lar; diğer bir
yandan bakınca da “Aslan Asker Şvayk”, “En Kahraman
Rıdvan”giller familyası. Evet burada trajediden çok mizah var.
Kara mizah, ironi.
Evet,
bunların izleyici önüne çıkması gerek. Dünyanın, ülkenin,
hepimizin yaşamında akıldışı, insanlık dışı olanın
sıradanlık, olağanlık ve daimlik kazandığı günümüzde,
kendimize dönüp bir daha bakma çağrısı olabilir “Mahlukat
Bahçesi”.
Sanat
çevreleri sizi 1986 yapımı Teyzem filminin ödüllü genç
senaristi olarak tanıdı. Geride kalan 30 yılda senaristliğin yanı
sıra yönetmenlik, yapımcılık da dahil sinemanın her alanında
çalıştın; 15 film, tv dizileri... Üstüne bir öykü, iki roman,
bir anı, dört kitap var. Şimdi yeni bir kimlikle, resim ve
çizimlerle izleyici önüne çıkan Ümit Ünal kendisini kim
olarak, sanatın neresinde görüyor?
Her
sanatçı gündelik hayatında, çalışmıyor gibi göründüğü
zamanlarda da aslında çalışır ve sürekli kafasında notlar
alır. Diyelim bir yazar bu notları cümlelerle alır, ressam
görüntülerle. Sinemacı da ışıkla, kamera açısıyla,
diyaloglarla, sahnelerle, anlarla not alır zihninde. Sonra da birgün
bu notları filmlerinde kullanır. Benim zihnim daha çok sinemasal
notlarla dolu. Ama bunların bazısı yazıya ya da resme de yarıyor.
Resim
yapmak çocukluğumdan beri en sevdiğim, içinde kaybolabildiğim
şeylerden biri oldu. Resim eğitimi almadım ama iyi bir resim
izleyicisiyim. Biliyorsunuz, sinemanın teknik ve ticari kısımları
çok zorlayıcı ve bağlayıcı. Bir yönetmenle hayalindeki film
arasında yüzlerce ikna edilmesi gereken insan, milyonlarca lira,
karmaşık bir teknik süreç ve buna benzer nice sıra dağlar var.
O dağları aşabildiğim zaman elbette ayrı zevk alıyorum ama boş
beyaz bir yüzey ve birkaç çeşit boya ile baş başa kalınca
kendimi çok daha özgür hissediyorum.
Mahlukat
Bahçesi'ne yönelten, onları çizdiren temel etkenler nedir?
Bu
serideki desenlere benzer mahlukları İstanbul'a ilk geldiğim
yıllarda da çizerdim, eski dosyalarda 1985 yazından kalma desenler
var. O eskiler canavarımsı kabus mahlukları. Mahlukat Bahçesi'nde
mizah damarı ağır basıyor. Ama karasından. Önceki kış çok
sevdiğim bir arkadaşımın doğum günüydü ve hediye alacak param
yoktu ben de oturdum fil kafalı insan gövdeli bir mahluk çizdim
onu götürdüm. (Fil en sevdiğim hayvan.) Arkadaşım o deseni çok
sevdi. Onun cesaretlendirmesiyle bütün bu mahlukat sanki sırasını
bekliyormuş gibi sökün etti.
Nereden
geldiler tam kestiremiyorum. Sokakta duyduğum bir laf, Twitter'da vs
sarf edilmiş bir cümle, memleket insanlarından “inciler”
desenlere ilham verdi. Bir günlük tutar gibi hemen hemen her gün
çizdim. Bir kısmı çöpe gitti ama Instagram üzerinden çoğunu
yayınladım. Sevenler, takip edenler arttı. Sonra hayvan kafaların
yanında bir takım nesne kafalar çıktı. Derken bir ara mahlukat
sustu, sözler bitti, sadece çizgileri konuşur oldu. Derken ülkede
bombalar patladı, insanlar öldü, o parça parça hal mahlukata
yansıdı. Hayatımın bir dönemi, hayattan o sırada ne anladığım
bu desenlerde kayda geçti diyebilirim.
Eşref-i
mahlukat; yaratılmışların en şereflisi olduğuna inanan
“insan”ın halleri, çizimlerinizde “mahlukat”tan da öte,
acaibül mahlukat olarak görünüyor. Sincaplar, sırtlanlar,
tilkiler, baykuşlar ve diğer acayip mahlukat bize ne demek istiyor?
“Eşref-i
mahlukat” insana şu berbat fani dünyada cesaret vermek için
bulunmuş bir kavram sanırım. Bir hedef, ulaşılması gereken bir
mertebe. “Hadi aslansın kaplansın, yaratıkların en şereflisi
sensin” diye sırtı sıvazlanıp vahşetin ortasına atılmış
insan. Sonra da doğadaki her şeyden daha vahşi olmayı öğrenmiş.
Evet kendimizi biraz olsun iyi hissedebilmek için insanın,
“insanlık”ın yüceliğine inanıyoruz ama insanların büyük
çoğunluğu “şeref” diye bir şey varsa, onun hizasından bile
geçmeden yaşıyor ve ölüyor.
İnsan
zaafları, hırsları, korkuları ile çırılçıplak ortada, hem
çok acıklı, hem çok komik. “Eşref-i mahlukat”ın diğer
mahluklara ettikleri, insanın doğaya yaptığı kötülükler de
ortada. Hergün birbirimizi ve diğer canlıları boğazlamak, hayatı
mahvetmek, insanlığı çamura gömmek için çalışıyoruz. Ama
her şeye rağmen bazen en pis ve derin çamurun ortasında aniden
bir insanlık pırıltısı çakıp sönüveriyor. Aa, biri pırıl
pırıl bir taş bulmuş. O taş elden ele geçip kurtarılıyor ve
yüksekte korunaklı bir yere yerleştiriliyor, sonra herkes, her şey
yeniden çamura gömülüyor. Benim mahlukat her görene farklı
şeyler söyleyecektir, söylesin isterim. Ama ben çok özetle buna
benzer şeyler demek istiyorum.
Sergi
sonrası gündeminizde neler var?
Bu
yaz “Sofra Sırları” adında bir uzun metraj çekeceğim. İki
yıldır hazırlandığımız bir film. Diğer yandan, “Mahlukat
Bahçesi”nin ardından “Storyboards” adında yeni bir seriye
başladım. Daha büyük boyutlarda kağıt ve tuval üzerine
akrilikle çalışıyorum, Mahlukat Bahçesi'nden daha farklı bir
resim dili oluşturmaya çabalıyorum. Bu sergiden sonra önümüzdeki
yıl “Storyboards” sergisini yapmayı hayal ediyorum.
İstanbul Art News - Nisan 2016