Tuesday, 5 April 2016

Mahlukat Bahçesi'nden Manzaralar - Zeki Coşkun

Büyütmek için resme tıklayın.
Mahlukat Bahçesi”nden Manzaralar

Senarist, yönetmen ve yazar olarak tanıdığımız Ümit Ünal, sanat yaşamının 30. yılında yeni bir alana adım atıyor. Ünal bu kez desenlerini “Mahlukat Bahçesi” adı altında izleyici karşısına çıkarıyor. Sergi 12 Nisan – 15 Mayıs tarihleri arasında, Tophane'deki yeni bir sanat mekanında, Boğazkesen Caddesi'ndeki Ra Binası'nda gezilebilecek. Zeki Coşkun, İstanbul Concept'le düzenlediği serginin oluşum sürecini kaleme aldı ve Ümit Ünal ile konuştu.

Zeki Coşkun

Ümit Ünal'ı filmleri ve kitaplarından tanıyordum. Geçen yılın sonları olmalı, bir kolektif sergi projesini konuştuğumuz arkadaşım onun Instagram'da yayınladığı işlere de bakmamı söyleyene dek resim yaptığını bilmiyordum. Baktım ve şaşırdım. “Storyboards” başlığı altında yedi sekiz resim vardı. Bilgisayar ve çizim programlarının henüz devreye girmediği 30 yıl öncesinde reklam ajanslarında, senaryonun görselleştirildiği illustrasyon çizgi bantlara storyboard deniyordu. Karşımdaki işlerse bambaşka: Her birinde apayrı bir renk cümbüşü ve onun eşliğinde “trajedi” fışkıran enstantaneler vardı karşımda. Mekan, zaman ve olayın figürü minimize edip, hiçleştirerek trajediyi gösteren resimler.

Evet düşündüğümüz serginin konseptine uygun çalışmalardı bunlar. Asıl sürprizi Ümit Ünal'ın “Tammen ayrı ama bunlar da ilgi görüyor” dediği “Mahlukat Bahçesi” dosyasını açmasıyla yaşadım.

Yine “enstantane” diyebileceğimiz anlık belirlemeler vardı bu kez karşımda. Bahçe ahalisinin her biri ayrı bir şahsiyet. Figür değil, şahsiyet, evet. Ama ne şahsiyet! Hem çok iyi bildiğimiz, sıkça rastladığımız, hem de hiç öylesine çıplak, öylesine somut ve fakat bilgimizi de tahayyülümüzü de her daim aşan şahsiyetler, gerçek anlamıyla “mahlukat”lar... Pozdan poza girerek sahne alıp hemen yerini bir diğerine, başkasına bırakıyordu. Kalıcı ve uçucu. Gerçek ve ötesi.

Bir yanıyla “Çocuklarını Yiyen Satürn”ün ya da “Çığlık”ın eşiğinde, şaşkın ve kendinden emin “mahlukat”lar; diğer bir yandan bakınca da “Aslan Asker Şvayk”, “En Kahraman Rıdvan”giller familyası. Evet burada trajediden çok mizah var. Kara mizah, ironi.

Evet, bunların izleyici önüne çıkması gerek. Dünyanın, ülkenin, hepimizin yaşamında akıldışı, insanlık dışı olanın sıradanlık, olağanlık ve daimlik kazandığı günümüzde, kendimize dönüp bir daha bakma çağrısı olabilir “Mahlukat Bahçesi”.

Sanat çevreleri sizi 1986 yapımı Teyzem filminin ödüllü genç senaristi olarak tanıdı. Geride kalan 30 yılda senaristliğin yanı sıra yönetmenlik, yapımcılık da dahil sinemanın her alanında çalıştın; 15 film, tv dizileri... Üstüne bir öykü, iki roman, bir anı, dört kitap var. Şimdi yeni bir kimlikle, resim ve çizimlerle izleyici önüne çıkan Ümit Ünal kendisini kim olarak, sanatın neresinde görüyor?

Her sanatçı gündelik hayatında, çalışmıyor gibi göründüğü zamanlarda da aslında çalışır ve sürekli kafasında notlar alır. Diyelim bir yazar bu notları cümlelerle alır, ressam görüntülerle. Sinemacı da ışıkla, kamera açısıyla, diyaloglarla, sahnelerle, anlarla not alır zihninde. Sonra da birgün bu notları filmlerinde kullanır. Benim zihnim daha çok sinemasal notlarla dolu. Ama bunların bazısı yazıya ya da resme de yarıyor.

Resim yapmak çocukluğumdan beri en sevdiğim, içinde kaybolabildiğim şeylerden biri oldu. Resim eğitimi almadım ama iyi bir resim izleyicisiyim. Biliyorsunuz, sinemanın teknik ve ticari kısımları çok zorlayıcı ve bağlayıcı. Bir yönetmenle hayalindeki film arasında yüzlerce ikna edilmesi gereken insan, milyonlarca lira, karmaşık bir teknik süreç ve buna benzer nice sıra dağlar var. O dağları aşabildiğim zaman elbette ayrı zevk alıyorum ama boş beyaz bir yüzey ve birkaç çeşit boya ile baş başa kalınca kendimi çok daha özgür hissediyorum.

Mahlukat Bahçesi'ne yönelten, onları çizdiren temel etkenler nedir?

Bu serideki desenlere benzer mahlukları İstanbul'a ilk geldiğim yıllarda da çizerdim, eski dosyalarda 1985 yazından kalma desenler var. O eskiler canavarımsı kabus mahlukları. Mahlukat Bahçesi'nde mizah damarı ağır basıyor. Ama karasından. Önceki kış çok sevdiğim bir arkadaşımın doğum günüydü ve hediye alacak param yoktu ben de oturdum fil kafalı insan gövdeli bir mahluk çizdim onu götürdüm. (Fil en sevdiğim hayvan.) Arkadaşım o deseni çok sevdi. Onun cesaretlendirmesiyle bütün bu mahlukat sanki sırasını bekliyormuş gibi sökün etti.

Nereden geldiler tam kestiremiyorum. Sokakta duyduğum bir laf, Twitter'da vs sarf edilmiş bir cümle, memleket insanlarından “inciler” desenlere ilham verdi. Bir günlük tutar gibi hemen hemen her gün çizdim. Bir kısmı çöpe gitti ama Instagram üzerinden çoğunu yayınladım. Sevenler, takip edenler arttı. Sonra hayvan kafaların yanında bir takım nesne kafalar çıktı. Derken bir ara mahlukat sustu, sözler bitti, sadece çizgileri konuşur oldu. Derken ülkede bombalar patladı, insanlar öldü, o parça parça hal mahlukata yansıdı. Hayatımın bir dönemi, hayattan o sırada ne anladığım bu desenlerde kayda geçti diyebilirim.

Eşref-i mahlukat; yaratılmışların en şereflisi olduğuna inanan “insan”ın halleri, çizimlerinizde “mahlukat”tan da öte, acaibül mahlukat olarak görünüyor. Sincaplar, sırtlanlar, tilkiler, baykuşlar ve diğer acayip mahlukat bize ne demek istiyor?

Eşref-i mahlukat” insana şu berbat fani dünyada cesaret vermek için bulunmuş bir kavram sanırım. Bir hedef, ulaşılması gereken bir mertebe. “Hadi aslansın kaplansın, yaratıkların en şereflisi sensin” diye sırtı sıvazlanıp vahşetin ortasına atılmış insan. Sonra da doğadaki her şeyden daha vahşi olmayı öğrenmiş. Evet kendimizi biraz olsun iyi hissedebilmek için insanın, “insanlık”ın yüceliğine inanıyoruz ama insanların büyük çoğunluğu “şeref” diye bir şey varsa, onun hizasından bile geçmeden yaşıyor ve ölüyor.

İnsan zaafları, hırsları, korkuları ile çırılçıplak ortada, hem çok acıklı, hem çok komik. “Eşref-i mahlukat”ın diğer mahluklara ettikleri, insanın doğaya yaptığı kötülükler de ortada. Hergün birbirimizi ve diğer canlıları boğazlamak, hayatı mahvetmek, insanlığı çamura gömmek için çalışıyoruz. Ama her şeye rağmen bazen en pis ve derin çamurun ortasında aniden bir insanlık pırıltısı çakıp sönüveriyor. Aa, biri pırıl pırıl bir taş bulmuş. O taş elden ele geçip kurtarılıyor ve yüksekte korunaklı bir yere yerleştiriliyor, sonra herkes, her şey yeniden çamura gömülüyor. Benim mahlukat her görene farklı şeyler söyleyecektir, söylesin isterim. Ama ben çok özetle buna benzer şeyler demek istiyorum.

Sergi sonrası gündeminizde neler var?

Bu yaz “Sofra Sırları” adında bir uzun metraj çekeceğim. İki yıldır hazırlandığımız bir film. Diğer yandan, “Mahlukat Bahçesi”nin ardından “Storyboards” adında yeni bir seriye başladım. Daha büyük boyutlarda kağıt ve tuval üzerine akrilikle çalışıyorum, Mahlukat Bahçesi'nden daha farklı bir resim dili oluşturmaya çabalıyorum. Bu sergiden sonra önümüzdeki yıl “Storyboards” sergisini yapmayı hayal ediyorum.



İstanbul Art News - Nisan 2016