Monday, 24 November 2014

Edebiyatta Üç Nokta dergisinin "Sinema ve Edebiyat" dosyasından




Türk ve dünya sinemasında size göre kusursuz bir edebiyat uyarlaması var mı? Size göre en iyi edebiyat uyarlamaları hangileridir?

İyi edebiyat uyarlaması kaynak aldığı kitabı unutturan filmdir. Örneğin Hitchcock'un pek çok filmi uyarlama. Ama kimse orijinal kitaplarla karşılaştırma gereği duymaz onları. Çünkü filmler çoktan romanların önüne geçmiştir. Yaygın inanıştır: Bir roman uyarlamasının iyi olması için, romanın edebi açıdan iyi olması birincil şart değildir. Hitchcock örneğindeki gibi, iyi bir yönetmen edebi değeri zayıf bir kitaptan çok iyi bir film çıkarabilir. Ama dil açısından çok güçlü, yenilikçi, sarsıcı edebiyat klasiklerinin çoğu, örneğin Ulysses ya da Alice Harikalar Diyarında gibi kitaplar sinemada iyi sonuç vermemiştir. Çünkü bu kitapların edebiyatta kurduğu dev dil dünyasının sinemada üstesinden gelmek, yazılı dilde yaşanan başarıyı sinemada yansıtmak ve kitabı unutturmak mümkün olamamıştır.

Soruyu bir de tersten soralım. Size göre ‘Keşke çekilmeseymiş. Çekilince romanı mahvetmiş’ dediğiniz bir film oldu mu?

Örneğin Lolita uyarlamaları. Lolita hayatta en sevdiğim romanlardan biri. Ama seyrettiğim iki uyarlamasını da beğenemedim. İkincisi zaten başarısız bir ticari girişimdi. Ama kitabın cesaretine, ayrıntı tutkunluğuna, derinliğine, yeniliğine (zamansızlığına da denebilir) Kubrick gibi büyük bir yönetmen bile ulaşamamıştı bence.

Filme alınmasını dört gözle beklediğiniz bir kitap var mı?

Hayır.

Peki ‘Aman ha, hiç bulaşılmasın’ dediğiniz?

Lolita uyarlamalarını sonsuza kadar yasaklamak isterdim.

Sizce bir şiiri sinemaya uyarlamak mümkün mü?

Tarkovski “Sculpting in Time” kitabında babasının bir şiirinden uyarladığı bir kısa film senaryosu fikri sunar. Tek planlık bir panın sonunda gökten bir melek tüyünün düştüğü, çok sade bir senaryodur bu. Bu filmi çekti mi, bilmiyorum. Bir şiirin bütününde uyandırdığı histen, bizim anladığımız kısmından, o şiirin bir uyarlaması yapılabilir. Ama bu Tarkovski'nin babasının şiirine yaptığı “uyarlama” gibi son derece öznel bir yorum, mümkün uyarlamaların sadece bir tanesi olacaktır. Şiir kendinden başka bir şeye uyarlanamaz bence. Zaten çok büyük bir damıtma, yoğunlaştırma, kristal yaratma işi olan şiirde ortaya çıkan olağanüstü yoğun “şey”i bir başka dile, bir başka sanat dalına, sinemaya, resme aktarmak bana imkansız geliyor. “Samyeli de dalgınlıklarla bir çocukmuş” ya da “Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner.” gibi olağanüstü dizelerin hepimizin hayatında karşılıkları vardır. Ama bu dizeler ve yer aldıkları şiirler sinemada nasıl karşılanabilir ki? “Gölgesizler” romanını uyarlamaya giriştiğimde, kitabın aslında uzun bir şiir gibi olduğunu ve benim uyarlamamın bu romandan çıkacak uyarlamaların sadece biri, benim Gölgesizler “cover”ım olduğunu her fırsatta söyledim.

Bizim sinemamızda bırakın şair biyografilerini, normal bir biyografiye bile rastlamak zor. Oysa ki şair hayatları inanılmaz bir kaynak sinema için. bu biyografi kıtlığını neye bağlıyorsunuz?

Şiir kitapları ya da dergilerinin satış sayılarına bakınca, sebeplerden birini görmek mümkün. Türkiye'de yapımcıların bel bağladığı kitle, içinde Sanat'ın S'si olan bir şey görmek istemiyor. Ticari sinemanın şampiyonları ya kaba saba, derinliksiz komediler, ya da hamasi, milliyetçi aksiyon filmleri. Sanatçı biyografileri sinemanın geniş tür skalası içinde bir tür. Aslında bu türün dünya sinemasında da aksiyon, komedi, bilim kurgu ya da korku filmleri kadar geniş bir izleyici kitlesi olduğuna inanmıyorum. Ama yine de normal bir sinema endüstrisi içinde o türe de saygın bir yer açılır. Türkiye de açılamıyor. Türkiye'de “Kelebeğin Rüyası” gibi bir sanatçı biyografisi yapılabilmesi için TV çıkışlı ünlü bir oyuncu/yazar/ yönetmenin, yine TV çıkışlı ünlü isimleri bir araya toplaması ve hayatının birikimini ortaya koyması gerekiyor.

Hayatının filme alınmasını istediğiniz bir şair ya da yazar var mı?

Ece Ayhan. Sait Faik (“Alemdağ'da Var Bir Yılan” aynı zamanda harika bir otobiyografik parça değil mi?). Bilge Karasu. Nilgün Marmara. Ayrıca Türk aydınlarının zihinsel macerası açısından bence trajik bir örnek teşkil eden, eskiden büyük bir hayranı olduğum İsmet Özel. [Yayın sonrası edit: İsmet Özel'in şiirlerinin hala hayranıyım, cümleyi yanlış kurmuşum.]

Şiirsel sinema son yıllarda çok sık gündeme gelir oldu. Ama bu kavram otomatik olarak Tarkovski ve Angelopoulos gibi yönetmenlere özdeşleştirildi. Şiirsel sinema sadece bu isimlerden mi ibaret? Şiirsel sinema denince bu yönetmenlerden başka kimi anımsıyorsunuz?

Elbette hepsinden önce Bunuel. Onun “şiir”i Tarkovski'nin tumturaklı havasından çok farklı. Çok daha sert, alaycı, edepsiz ve mizah dolu. Sonra sinema derslerimde sık sık örnek verdiğim Antonioni. L'Eclisse (Tutulma) ya da Yolcu'nun final sahneleri, sözlü dilin değil, sadece sinemanın olanaklarıyla yaratılmış birer şiir bence. Paradjanov, Jodorowski ya da Victor Erice gibi çok güçlü örnekler de sayabilirim. Liste uzayabilir.  

Bu söyleşi Edebiyatta Üç Nokta dergisinin 2014/14. sayısında yayınlandı. Söyleşi: Gökhan Arslan.