Türk ve dünya sinemasında size
göre kusursuz bir edebiyat uyarlaması var mı? Size göre en iyi
edebiyat uyarlamaları hangileridir?
İyi edebiyat uyarlaması kaynak aldığı
kitabı unutturan filmdir. Örneğin Hitchcock'un pek çok filmi
uyarlama. Ama kimse orijinal kitaplarla karşılaştırma gereği
duymaz onları. Çünkü filmler çoktan romanların önüne
geçmiştir. Yaygın inanıştır: Bir roman uyarlamasının iyi
olması için, romanın edebi açıdan iyi olması birincil şart
değildir. Hitchcock örneğindeki gibi, iyi bir yönetmen edebi
değeri zayıf bir kitaptan çok iyi bir film çıkarabilir. Ama dil
açısından çok güçlü, yenilikçi, sarsıcı edebiyat
klasiklerinin çoğu, örneğin Ulysses ya da Alice Harikalar
Diyarında gibi kitaplar sinemada iyi sonuç vermemiştir. Çünkü
bu kitapların edebiyatta kurduğu dev dil dünyasının sinemada
üstesinden gelmek, yazılı dilde yaşanan başarıyı sinemada
yansıtmak ve kitabı unutturmak mümkün olamamıştır.
Soruyu bir de tersten soralım. Size
göre ‘Keşke çekilmeseymiş. Çekilince romanı mahvetmiş’
dediğiniz bir film oldu mu?
Örneğin Lolita uyarlamaları. Lolita
hayatta en sevdiğim romanlardan biri. Ama seyrettiğim iki
uyarlamasını da beğenemedim. İkincisi zaten başarısız bir
ticari girişimdi. Ama kitabın cesaretine, ayrıntı tutkunluğuna,
derinliğine, yeniliğine (zamansızlığına da denebilir) Kubrick
gibi büyük bir yönetmen bile ulaşamamıştı bence.
Filme alınmasını dört gözle
beklediğiniz bir kitap var mı?
Hayır.
Peki ‘Aman ha, hiç bulaşılmasın’
dediğiniz?
Lolita uyarlamalarını sonsuza kadar
yasaklamak isterdim.
Sizce bir şiiri sinemaya
uyarlamak mümkün mü?
Tarkovski “Sculpting in Time”
kitabında babasının bir şiirinden uyarladığı bir kısa film
senaryosu fikri sunar. Tek planlık bir panın sonunda gökten bir
melek tüyünün düştüğü, çok sade bir senaryodur bu. Bu filmi
çekti mi, bilmiyorum. Bir şiirin bütününde uyandırdığı
histen, bizim anladığımız kısmından, o şiirin bir uyarlaması
yapılabilir. Ama bu Tarkovski'nin babasının şiirine yaptığı
“uyarlama” gibi son derece öznel bir yorum, mümkün
uyarlamaların sadece bir tanesi olacaktır. Şiir kendinden başka
bir şeye uyarlanamaz bence. Zaten çok büyük bir damıtma,
yoğunlaştırma, kristal yaratma işi olan şiirde ortaya çıkan
olağanüstü yoğun “şey”i bir başka dile, bir başka sanat
dalına, sinemaya, resme aktarmak bana imkansız geliyor. “Samyeli
de dalgınlıklarla bir çocukmuş” ya da “Rüyası ömrümüzün
çünkü eşyaya siner.” gibi olağanüstü dizelerin hepimizin
hayatında karşılıkları vardır. Ama bu dizeler ve yer aldıkları
şiirler sinemada nasıl karşılanabilir ki? “Gölgesizler”
romanını uyarlamaya giriştiğimde, kitabın aslında uzun bir şiir
gibi olduğunu ve benim uyarlamamın bu romandan çıkacak
uyarlamaların sadece biri, benim Gölgesizler “cover”ım
olduğunu her fırsatta söyledim.
Bizim sinemamızda bırakın şair
biyografilerini, normal bir biyografiye bile rastlamak zor. Oysa ki
şair hayatları inanılmaz bir kaynak sinema için. bu biyografi
kıtlığını neye bağlıyorsunuz?
Şiir kitapları ya da dergilerinin
satış sayılarına bakınca, sebeplerden birini görmek mümkün.
Türkiye'de yapımcıların bel bağladığı kitle, içinde Sanat'ın
S'si olan bir şey görmek istemiyor. Ticari sinemanın şampiyonları
ya kaba saba, derinliksiz komediler, ya da hamasi, milliyetçi
aksiyon filmleri. Sanatçı biyografileri sinemanın geniş tür
skalası içinde bir tür. Aslında bu türün dünya sinemasında da
aksiyon, komedi, bilim kurgu ya da korku filmleri kadar geniş bir
izleyici kitlesi olduğuna inanmıyorum. Ama yine de normal bir
sinema endüstrisi içinde o türe de saygın bir yer açılır.
Türkiye de açılamıyor. Türkiye'de “Kelebeğin Rüyası” gibi
bir sanatçı biyografisi yapılabilmesi için TV çıkışlı ünlü
bir oyuncu/yazar/ yönetmenin, yine TV çıkışlı ünlü isimleri
bir araya toplaması ve hayatının birikimini ortaya koyması
gerekiyor.
Hayatının filme alınmasını
istediğiniz bir şair ya da yazar var mı?
Ece Ayhan. Sait Faik (“Alemdağ'da
Var Bir Yılan” aynı zamanda harika bir otobiyografik parça değil
mi?). Bilge Karasu. Nilgün Marmara. Ayrıca Türk aydınlarının
zihinsel macerası açısından bence trajik bir örnek teşkil eden,
eskiden büyük bir hayranı olduğum İsmet Özel. [Yayın sonrası edit: İsmet Özel'in şiirlerinin hala hayranıyım, cümleyi yanlış kurmuşum.]
Şiirsel sinema son yıllarda çok
sık gündeme gelir oldu. Ama bu kavram otomatik olarak Tarkovski ve
Angelopoulos gibi yönetmenlere özdeşleştirildi. Şiirsel sinema
sadece bu isimlerden mi ibaret? Şiirsel sinema denince bu
yönetmenlerden başka kimi anımsıyorsunuz?
Elbette hepsinden önce Bunuel. Onun
“şiir”i Tarkovski'nin tumturaklı havasından çok farklı. Çok
daha sert, alaycı, edepsiz ve mizah dolu. Sonra sinema derslerimde
sık sık örnek verdiğim Antonioni. L'Eclisse (Tutulma) ya da
Yolcu'nun final sahneleri, sözlü dilin değil, sadece sinemanın
olanaklarıyla yaratılmış birer şiir bence. Paradjanov,
Jodorowski ya da Victor Erice gibi çok güçlü örnekler de
sayabilirim. Liste uzayabilir.
Bu söyleşi Edebiyatta Üç Nokta dergisinin 2014/14. sayısında yayınlandı. Söyleşi: Gökhan Arslan.