Saturday, 29 June 2013

OT Dergisinden Bir Söyleşi




"Bu röportaj kalıcı şeylerden bahsetme fırsatı, gerçek bir teneffüs oldu bana. İnsanlar yaralanır ölürken, baskı ve şiddet bunca insanın hayatını karartırken kitaplardan, hikayelerden, bahsetmek “lüks” gibi görünebilir. Ama bu günler geçtikten sonra, güç dengeleri değiştikten sonra, biz ve bizi tanıyan herkes gittikten sonra da bazı kitaplar kalacak ve aynı sözleri tekrar tekrar fısıldayacaklar."









Çocukluk ve ilk gençlik yıllarınızda neleri okumaktan keyif alırdınız?

Bir çok öğretmen çocuğu gibi, ansiklopedi dolu bir evde büyüdüm. Hayatı ilk önce ansiklopedi sayfalarından öğrendim. Hayat, Resimli Bilgiler vb ciltlerini ezberledim denebilir. Onlara orta son civarında “Kadın ve Erkek – Ruhsal Ve Cinsel İlişkiler Ansiklopedisi” eklendi. Bu 1970'lerde çok iyi yazılmış ve çevrilmiş, mükemmel bir ansiklopediydi. Sadece seksten değil, edebiyattan sanattan, psikolojiden bahsederdi. Lewis Carroll'dan Shakespeare'e ve Beatles'a uzanan göndermeler, harika klasik ve modern resim reprodüksüyonları vardı.

İlkokuldan itibaren Aziz Nesin'in hayranıydım. Her kitabını okudum. Lise sırasında Sait Faik hayranlığım başladı. Onun da hemen hemen her hikayesini tekrar tekrar okudum (hala da okuyorum). Onun dışında evdeki ufak kitaplıkta ne varsa okumaya çalıştım. Tanpınar o yaşta ağır geldi mesela ama Ahmet Rasim'i çok severdim. Bir de kitaplıkta bulduğum “Allahın Gazapları” adında beş ciltlik dini bir roman dizisini defalarca okudum. Üç büyük dinin konu ettiği temel olayları Tevrat ya da Kur'an'ı okumadan önce o romanlardan öğrendim. Küçükken kendimce çok dindardım denebilir.

Okumasaydım ben bana hiç benzemezdim’ dediğiniz yazarlar veya kitaplar var mı? Varsa neler?

Küçükken okuduklarım bir şekilde temel oluşturmuştur mutlaka. Ama gözümü başka bir dünyaya açan kitaplarla üniversitede tanıştım. Mesela Bilge Karasu'nun “Göçmüş Kediler Bahçesi” böyle bir kitaptır. Sonra Nabokov'un Lolita'sı. Ece Ayhan'ın “Yort Savul”u. Kafka'nın hikayeleri ve “Amerika”sı. Sevim Burak'ın hikayeleri ve oyunları. Borges. Bunları okumak beni sarstı, “kendime” getirdi diyeyim.

Ama yıllar içinde okuduğunuz her şey sizin karakterinizin parçası olur zaten. Mesela çocuk yaşta okuduğum Çetin Altan'ın “Bir Yumak İnsan” kitabı insanlara büyük bir hüzünle, merhametle bakmamı sağladı sanırım. Leyla Erbil'in “Gecede”si, Orhan Pamuk'un “Kara Kitap”ı, Latife Tekin'in “Buzdan Kılıçlar”ı olmasa da eksik kalırdım eminim. Bunun gibi edebi/ edebiyat dışı sayısız kitabın, makalenin, çizgi romanın üzerimde kim bilir ne etkileri vardır...

Özellikle düşkün ya da mesafeli olduğunuz türler var mı?

Kurmacada tür ayırmıyorum, yazar ayırıyorum denebilir. Korku ya da polisiye düşkünü değilim mesela ama sevdiğim bir yazar yazmışsa okurum. Sonra sanat tarihi üzerine okumayı çok seviyorum. Uluslararası bir müzede kimin kim, neyin ne olduğunu anlayıp anlatacak kadar sanat tarihi birikimi edindim sanırım. Eski-yeni oyun metinleri okumak da vazgeçilmez bir şey.

Klasiklerden sizde en çok iz bırakanlar hangileri ve hayatınızın hangi dönemlerinde size eşlik ettiler?

Shakespeare'in dünyasıyla üniversitede tanıştım ve hayat boyu, hem bu dünyanın büyüklüğünden ürktüm hem de her sayfada mucizeler bularak içinde kayboldum. Oyun ve şiirlerinin çoğunu tabii ki önce Türkçe çevirilerinden, İngilizcem geliştikçe de özgün hallerinden okudum. Bir dönem Londra'da yaşamaya çalışırken, İngiliz tanıdıkları ezbere bir iki sonnet okuyarak şaşırtmayı severdim. (Son yıllarda hafızama o kadar güvenmiyorum.) Shakespeare hakkında yazılmış kitapları okumayı da severim, sadece bir yazar ya da şair değil, edebiyatın içinde başlı başına bir dünya.

Sizi okurken en çok zorlayan kitaplar veya yazarlar nelerdi ve neden?

Çok disiplinli ve fedakar bir okur değilim. Hatta tembelim. 20-30 sayfadan sonrasını okuyamadığım yüzlerce kitap vardır eminim. Okuyamadığım kitapların çoğu için suçluluk duymam; çoğunu zevk farklılığı ile açıklarım. Bazısına da elbet aklım, algım, birikimim yetmiyordur. Ama mesela bazısını söylerken utanıyorum: Maalesef pek çok okurun tutkuyla bağlandığı Kemal Tahir romanlarına yıllardır giremedim, okuyamadım. Ya da mesela Nabokov hayatta en sevdiğim yazar olmasına rağmen “The Gift” romanına defalarca başladım ve ilerleyemedim. Neden bilmiyorum. Belki de bazı kitaplar zamanını bekliyor.

En basarili buldugunuz edebiyat uyarlamalari neler ve neden?

Edebiyattan sinemaya başarılı uyarlama, özgün kitabı ya da hikayeyi unutturabilen uyarlamadır. Büyük edebiyat yapıtlarından bence iyi uyarlama olamıyor. Çünkü seyirci kitabın yazılı halini, kaynak metni unutamıyor. Kafka'dan bugüne kadar bir tek iyi uyarlama görmedim. Ya da gördüğüm iki Lolita uyarlamasını feci buldum.

Marquez ya da Yaşar Kemal uyarlamaları da bence sinemada, kaynak kitaplar kadar büyük filmler olamadı. Kendi tecrübemde, Hasan Ali Toptaş'ın “Gölgesizler”inden serbest bir uyarlama yaptım ve romanın sadık okurları tarafından beğenilmedi. Çünkü iyi yazarların dilde yarattıkları büyüyü sinemada yaratmak çok zor,hatta imkansız.

Oysa mesela Hitchcock'un bir çok filmi popüler romanlardan uyarlama ve çok iyi filmler, ama kimse kaynak romanları hatırlamıyor. Filmler, romanların çoktan önüne geçmiş, romanları unutturmuş.
Bunun tam tersi örnekler de var: Mesela Mamet'in çok iyi oyunundan uyarlama olan “Glenngarry Glen Ross” film olarak da harika. “Brokeback Mountain” da çok iyi bir kısa hikayeden, iyi bir uyarlama. Bunlar şu an aklıma gelenler. Ama iyi uyarlama, “iyi film”den de zor bulunan bir şey.

Bir hayal veya hedef olarak sinemaya uyarlamayı istediğiniz bir roman var mı?

İlk okuduğumdan beri Shakespeare'in “Bir Yazdönümü Gecesi Rüyası”nı Türkiye'ye uyarlayarak bir versiyon yapmayı hayal etmişimdir. Bir de Gombrowicz'in “Pornografi” romanı, yine Türkiye'ye uyarlama hayalim var.

Hayatınız boyunca aynı kitabı okuyacak olsaydınız bu kitap ne olurdu? (Diger bir deyisle basucu kitabınız nedir?

Yıllar önce bir gazete için şöyle bir “Başucu Kitaplarım” listesi yapmıştım, pek de değişmedi. Kişisel blog sayfamdan link veriyorum:


Bu listeden tek bir kitap seçmem gerekse hangisi olurdu bilmiyorum. Belki Lolita.

Teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim. Şu an bir kilometre ötemde, İstanbul'un merkezi Taksim gerilim içinde. Ülke nereye varacağı belli olmayan bir kargaşadan geçiyor. Bu röportaj kalıcı şeylerden bahsetme fırsatı, gerçek bir teneffüs oldu bana. İnsanlar yaralanır ölürken, baskı ve şiddet bunca insanın hayatını karartırken kitaplardan, hikayelerden, bahsetmek “lüks” gibi görünebilir. Ama bu günler geçtikten sonra, güç dengeleri değiştikten sonra, biz ve bizi tanıyan herkes gittikten sonra da bazı kitaplar kalacak ve aynı sözleri tekrar tekrar fısıldayacaklar. Diyelim Sait Faik ve Nabokov'un 60-70 yıldır, Shakespeare'in 400 yıldır okunup bambaşka insanlara bambaşka manalar sunması bana mucizevi geliyor. Bilge Karasu'yu bundan 100 yıl sonra okuyacak olanları kıskanıyorum.

Alev Karaduman'ın yaptığı bu söyleşi OT Dergisi'nin Temmuz 2013 sayısında yayınlandı.