"Bu röportaj kalıcı şeylerden bahsetme fırsatı, gerçek bir teneffüs oldu bana. İnsanlar yaralanır ölürken, baskı ve şiddet bunca insanın hayatını karartırken kitaplardan, hikayelerden, bahsetmek “lüks” gibi görünebilir. Ama bu günler geçtikten sonra, güç dengeleri değiştikten sonra, biz ve bizi tanıyan herkes gittikten sonra da bazı kitaplar kalacak ve aynı sözleri tekrar tekrar fısıldayacaklar."
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarınızda neleri okumaktan keyif alırdınız?
Bir çok öğretmen çocuğu gibi,
ansiklopedi dolu bir evde büyüdüm. Hayatı ilk önce ansiklopedi
sayfalarından öğrendim. Hayat, Resimli Bilgiler vb ciltlerini
ezberledim denebilir. Onlara orta son civarında “Kadın ve Erkek –
Ruhsal Ve Cinsel İlişkiler Ansiklopedisi” eklendi. Bu 1970'lerde
çok iyi yazılmış ve çevrilmiş, mükemmel bir ansiklopediydi.
Sadece seksten değil, edebiyattan sanattan, psikolojiden bahsederdi.
Lewis Carroll'dan Shakespeare'e ve Beatles'a uzanan göndermeler,
harika klasik ve modern resim reprodüksüyonları vardı.
İlkokuldan itibaren Aziz Nesin'in
hayranıydım. Her kitabını okudum. Lise sırasında Sait Faik
hayranlığım başladı. Onun da hemen hemen her hikayesini tekrar
tekrar okudum (hala da okuyorum). Onun dışında evdeki ufak
kitaplıkta ne varsa okumaya çalıştım. Tanpınar o yaşta ağır
geldi mesela ama Ahmet Rasim'i çok severdim. Bir de kitaplıkta
bulduğum “Allahın Gazapları” adında beş ciltlik dini bir
roman dizisini defalarca okudum. Üç büyük dinin konu ettiği
temel olayları Tevrat ya da Kur'an'ı okumadan önce o romanlardan
öğrendim. Küçükken kendimce çok dindardım denebilir.
‘Okumasaydım ben bana hiç
benzemezdim’ dediğiniz yazarlar veya kitaplar var mı? Varsa
neler?
Küçükken okuduklarım bir şekilde
temel oluşturmuştur mutlaka. Ama gözümü başka bir dünyaya açan
kitaplarla üniversitede tanıştım. Mesela Bilge Karasu'nun “Göçmüş
Kediler Bahçesi” böyle bir kitaptır. Sonra Nabokov'un Lolita'sı.
Ece Ayhan'ın “Yort Savul”u. Kafka'nın hikayeleri ve
“Amerika”sı. Sevim Burak'ın hikayeleri ve oyunları. Borges.
Bunları okumak beni sarstı, “kendime” getirdi diyeyim.
Ama yıllar içinde okuduğunuz her şey
sizin karakterinizin parçası olur zaten. Mesela çocuk yaşta
okuduğum Çetin Altan'ın “Bir Yumak İnsan” kitabı insanlara
büyük bir hüzünle, merhametle bakmamı sağladı sanırım. Leyla
Erbil'in “Gecede”si, Orhan Pamuk'un “Kara Kitap”ı, Latife
Tekin'in “Buzdan Kılıçlar”ı olmasa da eksik kalırdım
eminim. Bunun gibi edebi/ edebiyat dışı sayısız kitabın,
makalenin, çizgi romanın üzerimde kim bilir ne etkileri vardır...
Özellikle düşkün ya da mesafeli
olduğunuz türler var mı?
Kurmacada tür ayırmıyorum, yazar
ayırıyorum denebilir. Korku ya da polisiye düşkünü değilim
mesela ama sevdiğim bir yazar yazmışsa okurum. Sonra sanat tarihi
üzerine okumayı çok seviyorum. Uluslararası bir müzede kimin
kim, neyin ne olduğunu anlayıp anlatacak kadar sanat tarihi
birikimi edindim sanırım. Eski-yeni oyun metinleri okumak da
vazgeçilmez bir şey.
Klasiklerden sizde en çok iz
bırakanlar hangileri ve hayatınızın hangi dönemlerinde size
eşlik ettiler?
Shakespeare'in dünyasıyla
üniversitede tanıştım ve hayat boyu, hem bu dünyanın
büyüklüğünden ürktüm hem de her sayfada mucizeler bularak
içinde kayboldum. Oyun ve şiirlerinin çoğunu tabii ki önce
Türkçe çevirilerinden, İngilizcem geliştikçe de özgün
hallerinden okudum. Bir dönem Londra'da yaşamaya çalışırken,
İngiliz tanıdıkları ezbere bir iki sonnet okuyarak şaşırtmayı
severdim. (Son yıllarda hafızama o kadar güvenmiyorum.)
Shakespeare hakkında yazılmış kitapları okumayı da severim,
sadece bir yazar ya da şair değil, edebiyatın içinde başlı
başına bir dünya.
Sizi okurken en çok zorlayan
kitaplar veya yazarlar nelerdi ve neden?
Çok disiplinli ve fedakar bir okur
değilim. Hatta tembelim. 20-30 sayfadan sonrasını okuyamadığım
yüzlerce kitap vardır eminim. Okuyamadığım kitapların çoğu
için suçluluk duymam; çoğunu zevk farklılığı ile açıklarım.
Bazısına da elbet aklım, algım, birikimim yetmiyordur. Ama mesela
bazısını söylerken utanıyorum: Maalesef pek çok okurun tutkuyla
bağlandığı Kemal Tahir romanlarına yıllardır giremedim,
okuyamadım. Ya da mesela Nabokov hayatta en sevdiğim yazar olmasına
rağmen “The Gift” romanına defalarca başladım ve
ilerleyemedim. Neden bilmiyorum. Belki de bazı kitaplar zamanını
bekliyor.
En basarili buldugunuz edebiyat
uyarlamalari neler ve neden?
Edebiyattan sinemaya başarılı
uyarlama, özgün kitabı ya da hikayeyi unutturabilen uyarlamadır.
Büyük edebiyat yapıtlarından bence iyi uyarlama olamıyor. Çünkü
seyirci kitabın yazılı halini, kaynak metni unutamıyor. Kafka'dan
bugüne kadar bir tek iyi uyarlama görmedim. Ya da gördüğüm iki
Lolita uyarlamasını feci buldum.
Marquez ya da Yaşar Kemal uyarlamaları
da bence sinemada, kaynak kitaplar kadar büyük filmler olamadı.
Kendi tecrübemde, Hasan Ali Toptaş'ın “Gölgesizler”inden
serbest bir uyarlama yaptım ve romanın sadık okurları tarafından
beğenilmedi. Çünkü iyi yazarların dilde yarattıkları büyüyü
sinemada yaratmak çok zor,hatta imkansız.
Oysa mesela Hitchcock'un bir çok filmi
popüler romanlardan uyarlama ve çok iyi filmler, ama kimse kaynak
romanları hatırlamıyor. Filmler, romanların çoktan önüne
geçmiş, romanları unutturmuş.
Bunun tam tersi örnekler de var:
Mesela Mamet'in çok iyi oyunundan uyarlama
olan “Glenngarry Glen Ross” film olarak da harika. “Brokeback
Mountain” da çok iyi bir kısa hikayeden, iyi bir uyarlama. Bunlar
şu an aklıma gelenler. Ama iyi uyarlama, “iyi film”den de zor
bulunan bir şey.
Bir hayal veya hedef olarak sinemaya
uyarlamayı istediğiniz bir roman var mı?
İlk okuduğumdan beri Shakespeare'in
“Bir Yazdönümü Gecesi Rüyası”nı Türkiye'ye uyarlayarak bir
versiyon yapmayı hayal etmişimdir. Bir de Gombrowicz'in
“Pornografi” romanı, yine Türkiye'ye uyarlama hayalim var.
Hayatınız boyunca aynı kitabı
okuyacak olsaydınız bu kitap ne olurdu? (Diger bir deyisle basucu
kitabınız nedir?
Yıllar önce bir gazete için şöyle
bir “Başucu Kitaplarım” listesi yapmıştım, pek de değişmedi.
Kişisel blog sayfamdan link veriyorum:
Bu listeden tek bir kitap seçmem gerekse hangisi olurdu bilmiyorum. Belki Lolita.
Teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim. Şu an bir
kilometre ötemde, İstanbul'un merkezi Taksim gerilim içinde. Ülke
nereye varacağı belli olmayan bir kargaşadan geçiyor. Bu röportaj
kalıcı şeylerden bahsetme fırsatı, gerçek bir teneffüs oldu
bana. İnsanlar yaralanır ölürken, baskı ve şiddet bunca insanın
hayatını karartırken kitaplardan, hikayelerden, bahsetmek “lüks”
gibi görünebilir. Ama bu günler geçtikten sonra, güç dengeleri
değiştikten sonra, biz ve bizi tanıyan herkes gittikten sonra da
bazı kitaplar kalacak ve aynı sözleri tekrar tekrar
fısıldayacaklar. Diyelim Sait Faik ve Nabokov'un 60-70 yıldır,
Shakespeare'in 400 yıldır okunup bambaşka insanlara bambaşka
manalar sunması bana mucizevi geliyor. Bilge Karasu'yu bundan 100
yıl sonra okuyacak olanları kıskanıyorum.
Alev Karaduman'ın yaptığı bu söyleşi OT Dergisi'nin Temmuz 2013 sayısında yayınlandı.