Friday, 31 August 2012

Boxer Röportajı. Eylül 2012


















- Hollywood’tan yapımcılar geliyor. Beyoğlu’nda salaş bir kafede buluşuyorsunuz. Türk kahveleri de geliyor. Adamların biri diyor ki; ‘’Size 100 milyon dolar bütçe ayırdık, bize şöyle fantastik, ekşın dıkşınlı bir Türk filmi çek. Hollywood’tan 3-5 tane yıldız bizden olsun’’ siz ne yapardınız?

“Benim adım Kırmızı”dan harika bir film çıkardı. Ama o günlerin İstanbul’unu minyatürlere benzeterek yeniden kurmak falan gibi hayli pahalı hayallerim var o konuda. Ancak Hollywood filmi olur gerçekten. Bir de Borges’in “Ölüm ve Pusula” hikayesini İstanbul’a uyarlayıp çekme hayalim var. Bence “Seven” filmine ilham vermiş bir polisiye hikaye. Mükemmel bir kara film olur. Okumamış olan herkese tavsiye ederim.

- Işık Gölge Oyunları hayatınızın özellikle 25 yıllık sinema kariyerinizin derin bir özeti ve iç hesaplaşması… Neden böyle bir kitap yazıldı?

İlk senaryom “Teyzem”, 1986’da çekildi. Yani 21 yaşımdan beri profesyonel olarak sinemanın içindeyim. Genelde yönetmenler böyle kitapları yaşlanınca yazarlar ama benim anlatacak çok şey birikti. Bir “ara toplam” yapıp geçmişle ödeşmek ihtiyacı hissettim.

- Zaman makinesi olsa hangi filminizin setine dönmek isterdiniz? Ve en çok kimlerle çalışmayı özlediniz?

1985’te ilk asistanlık yaptığım “Adı Vasfiye”nin Urla’daki seti çok güzeldi. Oraya dönmek isterdim. Urla, Alaçatı, mandalin ve zeytin bahçeleri, harika bir ekip. Bir de Teyzem’in setine dönüp o günlerin heyecanını yeniden yaşamak güzel olurdu. Arada setten kaçıp o günlerin İstanbul’unda bir tur atmak da. Eski dönemlerde çalıştığım insanlardan en çok Şener Şen’i özlüyorum. Yönetmen olarak (bir-iki reklam dışında) hiç çalışmadık ama çok büyük bir oyuncu.

- Hayatınızda hiç sinema veya edebiyat olmasaydı ne yapardım diye düşündünüz mü?

Düşünmedim. Öyle şeyler düşünecek vakit olmadı pek. Yazmak, çizmek ve film çekmek dışında bir iş bilmiyorum. Garsonluk bile yapamam. “Vasıfsız işçi” olurdum herhalde.

- Gelmiş geçmiş yerli-yabancı hangi yönetmenle veya oyuncu ile röportaj yapmak isterdiniz?

Hem yönetmen hem oyuncu ekibi olarak Monty Python grubuyla tanışmayı ve sohbet etmeyi çok isterdim. Ama seksenlerdeki halleriyle.

- Filmlerini takip ettiğiniz yönetmenler var mı? Veya ‘’ulan bu herife dünya para veriyorlar yine de film çekemiyor’’ dediğiniz…

Son on sene içinde en sevdiğim yönetmenler Alfonso Cuaron(Children of Men, Y tu Mama Tambien) ve Michel Gondry (Son filmi hariç). Nefret ettiğim ve nasıl hala film çekebildiklerini anlamadığım çok yönetmen var. Hem burada hem yurtdışında . Ama elbette isim vermem.

- Kendinizi bir filmdeki karakter olarak görseniz bu hangi film olurdu?

Toy Story. (İlk film.) Oyuncak olduğunu bilmeyen ve hikaye içinde öğrenen robot Buzz Lightyear en sevdiğim hayali kahramanlardan biri.

- Hem kitap hem bu röportaj sinema üzerinden ilerliyor ama Ümit Ünal normal hayatta başka ne yapar?

İşim dışında ilginç bir hayatım yok. Okumak film seyretmek vs işimin parçası sayılır. Yolculuklara çıkmayı severim. Festivaller sayesinde çok ülkeye gittim. Param ve vaktim çok olsa, sürekli yolculuk yapabilmek isterdim. Yemek yapıp arkadaşlarımı çağırmaya bayılırım, aşçılığım arkadaşlar arasında meşhurdur. “Gece hayatım” yok. Birkaç şişe şarap ve iyi sohbet eden 3-4 arkadaş benim için en değerli ve mükemmel eğlence demek.

- Futbolla aranız nasıl? ‘’Bu akşam maçım var, kramponlarım nerede?’’ diye bir diyolağa girdiniz mi hiç? Ne olacak bu Fener’in hali?

Kitapta bahsettim, genelde sporla özelde futbolla ilişkim sıfır. Türkiye’de bunu demek, insanı sohbetlerin yarısından koparıyor ve neredeyse bir “uzaylı” ya da “özürlü” konumuna düşürüyor. Ama maalesef böyle. Futbolu hiç sevmedim, anlayamadım. Futbol heyecanlı oyun ama insanların aidiyet ihtiyacını sömürüp dev bir endüstriye dönüşmüş ve masum bir spor olmaktan çıkmış. Futbol çevresinde dönen astronomik paraları ve sahtekarlıkları düşününce, safiyane heyecanlarla, takım aşkıyla aylık kazancından ayırıp maçlara koşan milyonlarca insana acıyarak bakıyorum. Türkiye’de son bir sene içinde ortaya dökülen pislikler, sonra hepsinin örtbas edilişi. Ama insanlar hala taraftar, hala ölesiye heyecanlı. Demek ki kimse ortadaki apaçık gerçekleri bile göremiyor.

- Türkiye garip bir ülke… O kadar çok mesele arasında bir sene boyunca şike davasıyla yattık kalktık… Hiç futbol filmi çekmeyi düşündünüz mü?

Futbol çevresinde dönen entrikaları anlatan “Baba” benzeri çok güzel bir “güçlerin çatışması” hikayesi yazılabilirdi. Ama öyle bir senaryoyu yazıp çekecek ve olan biten pislikleri açıkça anlatabilecek cesur bir babayiğit var mı bilmem. Benim canım tatlı, bir film yapacağım diye dayak yemek ya da bacağımdan vurulmak istemem.

- Politikayla pek ilgili görünmeseniz de filmlerinizde politik bir alt metin hep var. Şu anki Türkiye’yi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünyada büyük bir denge değişimi ve yeni bir paylaşım savaşı var. Ortadoğu da yeniden şekilleniyor. Yani buralarda uzunca bir sure  yıkım ve inşaat var ve verdikleri rahatsızlık yüzünden özür dileyecek kimse yok. Çevremizdeki savaş aynı zamanda korkunç bir ideolojik bombardıman ve kirlilik yaratıyor. Şu an kimin ne dediği, kimin doğru söylediği, kimin hain, kimin kahraman olduğu belli değil. 20-30 yıl içinde tüm Ortadoğu’nun iklimi, coğrafyası değişecek. Sonra ortalık durulacak. Yaşarsak ve aklımız yerinde olursa her şeyi daha açık görebileceğiz o zaman.

- Medyanın durumu da aşikar. Her medya organı kendince taraf ve artık bunu aleni ve kör gözün parmağı şeklinde yapıyorlar. Aynı haber, hangi tarafa ne kadar uygunsa, nasıl uygunsa o şekilde servis ediliyor. Bundan rahatsız mısınız? Yoksa yeni dünya sisteminde çark böyle işliyor mu diyorsunuz?

Medya yukarıda belirttiğim ideolojik kirliliğin bir parçası sadece. Her söz bir simge ve pozisyon belirleyici bir şey. Her lafın, her simgenin sahibi var.

- Televizyonla, dizilerle aranız nasıl? 

Bir dönem Tv dünyasından uzak kaldım. En son Star TV’de yayınlanan “Çıplak Gerçek” dizisini yazdım ve yönettim. 16 bölümlük bir yaz dizisi.

- Teknolojiyle pek aram yoktur diyorsunuz ama internetle az da olsa haşır neşirsiniz… Facebook ve twitter, yeni trendler ne kadar vakit ayırıp, takip edersiniz?

Teknolojiyle aram iyidir. Sinema teknik bir sanat, teknik düşünmeden, bilmeden film yapmak zor. O cümleyi kitapta “teknoloji fetişisti” biri olmadığımı anlatmak için söylemiştim. Bazı yönetmenler kullandıkları aletlere, kameraya objektiflere, ışıklara vs içerikten ya da oyunculardan daha fazla önem verirler. Ben onlardan değilim. Benim için önemli olan “ne anlattığım”.

 İnternet konusu içimde bir yara çünkü son 6-7 senedir benim için ciddi bir bağımlılık haline geldi. İşim olmadığı zamanlar sürekli bilgisayar başındayım. Bazen işi bile tehdit edebiliyor. Kurtulmaya çalışıyorum.

- 1980’lerdeki aşk ilişkileriyle 2010’lardaki kadın-erkek ilişkilerindeki en büyük fark sizce ne? 1980’lerden bir genci şimdiye getirsek kendisine kız arkadaş bulur mu?

Aslında bütün zamanlar, farklı ahlak ve yaşam anlayışları bir arada yaşıyor. Ülkelerin yaşam tarzı topyekün değişmiyor, değişim çok yavaş ve kademeli gerçekleşiyor. Aynı sokakta  (ama gizli ama açık) 2010’ları yaşayan insanlar da var 1910’ları ya da 1810’ları da.  Ben bu açıdan bakınca geçmişle çok fark göremiyorum. Yine de mesela bugünün genç kadın ve erkeklerinin çok yaygın bir şekilde internet üzerinden kurdukları ilişkiler ve ilişkilerin tükenme hızı 30 sene önce hayal bile edilemezdi diyebilirim.

Röportaj: Murat Nedim Koca, Boxer Eylül 2012 sayısından