- Hollywood’tan
yapımcılar geliyor. Beyoğlu’nda salaş bir kafede buluşuyorsunuz. Türk kahveleri
de geliyor. Adamların biri diyor ki; ‘’Size 100 milyon dolar bütçe ayırdık,
bize şöyle fantastik, ekşın dıkşınlı bir Türk filmi çek. Hollywood’tan 3-5 tane
yıldız bizden olsun’’ siz ne yapardınız?
“Benim adım
Kırmızı”dan harika bir film çıkardı. Ama o günlerin İstanbul’unu minyatürlere
benzeterek yeniden kurmak falan gibi hayli pahalı hayallerim var o konuda. Ancak
Hollywood filmi olur gerçekten. Bir de Borges’in “Ölüm ve Pusula” hikayesini
İstanbul’a uyarlayıp çekme hayalim var. Bence “Seven” filmine ilham vermiş bir polisiye
hikaye. Mükemmel bir kara film olur. Okumamış olan herkese tavsiye ederim.
- Işık Gölge
Oyunları hayatınızın özellikle 25 yıllık sinema kariyerinizin derin bir özeti
ve iç hesaplaşması… Neden böyle bir kitap yazıldı?
İlk senaryom
“Teyzem”, 1986’da çekildi. Yani 21 yaşımdan beri profesyonel olarak sinemanın
içindeyim. Genelde yönetmenler böyle kitapları yaşlanınca yazarlar ama benim anlatacak
çok şey birikti. Bir “ara toplam” yapıp geçmişle ödeşmek ihtiyacı hissettim.
- Zaman makinesi
olsa hangi filminizin setine dönmek isterdiniz? Ve en çok kimlerle çalışmayı
özlediniz?
1985’te ilk
asistanlık yaptığım “Adı Vasfiye”nin Urla’daki seti çok güzeldi. Oraya dönmek
isterdim. Urla, Alaçatı, mandalin ve zeytin bahçeleri, harika bir ekip. Bir de
Teyzem’in setine dönüp o günlerin heyecanını yeniden yaşamak güzel olurdu.
Arada setten kaçıp o günlerin İstanbul’unda bir tur atmak da. Eski dönemlerde
çalıştığım insanlardan en çok Şener Şen’i özlüyorum. Yönetmen olarak (bir-iki
reklam dışında) hiç çalışmadık ama çok büyük bir oyuncu.
- Hayatınızda hiç
sinema veya edebiyat olmasaydı ne yapardım diye düşündünüz mü?
Düşünmedim. Öyle
şeyler düşünecek vakit olmadı pek. Yazmak, çizmek ve film çekmek dışında bir iş
bilmiyorum. Garsonluk bile yapamam. “Vasıfsız işçi” olurdum herhalde.
- Gelmiş geçmiş
yerli-yabancı hangi yönetmenle veya oyuncu ile röportaj yapmak isterdiniz?
Hem yönetmen hem
oyuncu ekibi olarak Monty Python grubuyla tanışmayı ve sohbet etmeyi çok
isterdim. Ama seksenlerdeki halleriyle.
- Filmlerini takip
ettiğiniz yönetmenler var mı? Veya ‘’ulan bu herife dünya para veriyorlar yine
de film çekemiyor’’ dediğiniz…
Son on sene içinde
en sevdiğim yönetmenler Alfonso Cuaron(Children of Men, Y tu Mama Tambien) ve
Michel Gondry (Son filmi hariç). Nefret ettiğim ve nasıl hala film
çekebildiklerini anlamadığım çok yönetmen var. Hem burada hem yurtdışında . Ama
elbette isim vermem.
- Kendinizi bir
filmdeki karakter olarak görseniz bu hangi film olurdu?
Toy Story. (İlk
film.) Oyuncak olduğunu bilmeyen ve hikaye içinde öğrenen robot Buzz Lightyear
en sevdiğim hayali kahramanlardan biri.
- Hem kitap hem bu
röportaj sinema üzerinden ilerliyor ama Ümit Ünal normal hayatta başka ne
yapar?
İşim dışında ilginç
bir hayatım yok. Okumak film seyretmek vs işimin parçası sayılır. Yolculuklara
çıkmayı severim. Festivaller sayesinde çok ülkeye gittim. Param ve vaktim çok
olsa, sürekli yolculuk yapabilmek isterdim. Yemek yapıp arkadaşlarımı çağırmaya
bayılırım, aşçılığım arkadaşlar arasında meşhurdur. “Gece hayatım” yok. Birkaç
şişe şarap ve iyi sohbet eden 3-4 arkadaş benim için en değerli ve mükemmel
eğlence demek.
- Futbolla aranız
nasıl? ‘’Bu akşam maçım var, kramponlarım nerede?’’ diye bir diyolağa girdiniz
mi hiç? Ne olacak bu Fener’in hali?
Kitapta bahsettim,
genelde sporla özelde futbolla ilişkim sıfır. Türkiye’de bunu demek, insanı
sohbetlerin yarısından koparıyor ve neredeyse bir “uzaylı” ya da “özürlü”
konumuna düşürüyor. Ama maalesef böyle. Futbolu hiç sevmedim, anlayamadım. Futbol
heyecanlı oyun ama insanların aidiyet ihtiyacını sömürüp dev bir endüstriye
dönüşmüş ve masum bir spor olmaktan çıkmış. Futbol çevresinde dönen astronomik
paraları ve sahtekarlıkları düşününce, safiyane heyecanlarla, takım aşkıyla
aylık kazancından ayırıp maçlara koşan milyonlarca insana acıyarak bakıyorum. Türkiye’de
son bir sene içinde ortaya dökülen pislikler, sonra hepsinin örtbas edilişi.
Ama insanlar hala taraftar, hala ölesiye heyecanlı. Demek ki kimse ortadaki
apaçık gerçekleri bile göremiyor.
- Türkiye garip
bir ülke… O kadar çok mesele arasında bir sene boyunca şike davasıyla yattık
kalktık… Hiç futbol filmi çekmeyi düşündünüz mü?
Futbol çevresinde
dönen entrikaları anlatan “Baba” benzeri çok güzel bir “güçlerin çatışması”
hikayesi yazılabilirdi. Ama öyle bir senaryoyu yazıp çekecek ve olan biten
pislikleri açıkça anlatabilecek cesur bir babayiğit var mı bilmem. Benim canım
tatlı, bir film yapacağım diye dayak yemek ya da bacağımdan vurulmak istemem.
- Politikayla pek
ilgili görünmeseniz de filmlerinizde politik bir alt metin hep var. Şu anki
Türkiye’yi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dünyada büyük bir
denge değişimi ve yeni bir paylaşım savaşı var. Ortadoğu da yeniden
şekilleniyor. Yani buralarda uzunca bir sure yıkım ve inşaat var ve verdikleri rahatsızlık
yüzünden özür dileyecek kimse yok. Çevremizdeki savaş aynı zamanda korkunç bir
ideolojik bombardıman ve kirlilik yaratıyor. Şu an kimin ne dediği, kimin doğru
söylediği, kimin hain, kimin kahraman olduğu belli değil. 20-30 yıl içinde tüm
Ortadoğu’nun iklimi, coğrafyası değişecek. Sonra ortalık durulacak. Yaşarsak ve
aklımız yerinde olursa her şeyi daha açık görebileceğiz o zaman.
- Medyanın durumu
da aşikar. Her medya organı kendince taraf ve artık bunu aleni ve kör gözün
parmağı şeklinde yapıyorlar. Aynı haber, hangi tarafa ne kadar uygunsa, nasıl
uygunsa o şekilde servis ediliyor. Bundan rahatsız mısınız? Yoksa yeni dünya
sisteminde çark böyle işliyor mu diyorsunuz?
Medya yukarıda
belirttiğim ideolojik kirliliğin bir parçası sadece. Her söz bir simge ve
pozisyon belirleyici bir şey. Her lafın, her simgenin sahibi var.
- Televizyonla,
dizilerle aranız nasıl?
Bir dönem Tv
dünyasından uzak kaldım. En son Star TV’de yayınlanan “Çıplak Gerçek” dizisini
yazdım ve yönettim. 16 bölümlük bir yaz dizisi.
- Teknolojiyle pek
aram yoktur diyorsunuz ama internetle az da olsa haşır neşirsiniz… Facebook ve
twitter, yeni trendler ne kadar vakit ayırıp, takip edersiniz?
Teknolojiyle aram
iyidir. Sinema teknik bir sanat, teknik düşünmeden, bilmeden film yapmak zor. O
cümleyi kitapta “teknoloji fetişisti” biri olmadığımı anlatmak için
söylemiştim. Bazı yönetmenler kullandıkları aletlere, kameraya objektiflere,
ışıklara vs içerikten ya da oyunculardan daha fazla önem verirler. Ben onlardan
değilim. Benim için önemli olan “ne anlattığım”.
İnternet konusu içimde bir yara çünkü son 6-7
senedir benim için ciddi bir bağımlılık haline geldi. İşim olmadığı zamanlar
sürekli bilgisayar başındayım. Bazen işi bile tehdit edebiliyor. Kurtulmaya
çalışıyorum.
- 1980’lerdeki aşk
ilişkileriyle 2010’lardaki kadın-erkek ilişkilerindeki en büyük fark sizce ne?
1980’lerden bir genci şimdiye getirsek kendisine kız arkadaş bulur mu?
Aslında bütün
zamanlar, farklı ahlak ve yaşam anlayışları bir arada yaşıyor. Ülkelerin yaşam
tarzı topyekün değişmiyor, değişim çok yavaş ve kademeli gerçekleşiyor. Aynı
sokakta (ama gizli ama açık) 2010’ları
yaşayan insanlar da var 1910’ları ya da 1810’ları da. Ben bu açıdan bakınca geçmişle çok fark
göremiyorum. Yine de mesela bugünün genç kadın ve erkeklerinin çok yaygın bir
şekilde internet üzerinden kurdukları ilişkiler ve ilişkilerin tükenme hızı 30
sene önce hayal bile edilemezdi diyebilirim.
Röportaj: Murat Nedim Koca, Boxer Eylül 2012 sayısından