Bu yazı 17.Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali'nde,
Bilge Olgaç Başarı Ödülü alan kurgucu Çiçek Kahraman için,
festival yöneticilerinin isteği üzerine yazıldı.
Festival katalogunda yer aldı.
Festival katalogunda yer aldı.
Film çekmek, bilinmedik bir kıtayı
keşfe giden bir geminin kaptanı olmak gibidir. Yol boyunca
yanınızda, size ve hikayenize inanmış kalabalık bir ekip vardır.
Ama yolculuk/çekim bittiğinde, tek bir kişiyle bir odaya kapanır
filmin kaderini belirleyen işlerden birine, kurguya girişirsiniz.
Günlerce, haftalarca kurgucuyla kafa kafaya, çekimde topladığınız
malzemeyi ölçer biçer ve filme şekil verirsiniz. Bu dışarıdan
göründüğünden daha zor ve çileli bir iştir. Yeni bir kıta mı
keşfettiniz, yoksa gemiyi ayak altı bir limanda karaya mı
oturttunuz, kurguda belli olur.
Film çekmeyi Atıf Yılmaz, Halit
Refiğ gibi eski ustaların yanında öğrendim. Yaptığım filmler
onların filmlerine benzemese de çalışma tarzım benzer. Bir
sahneyi çekimden önce kafamda kurgularım ve çoğu zaman,
alternatif açılar yerine, doğru bulduğum tek seçeneği çekerim.
Böylece sahnenin plan dizilişi, neredeyse çekim sırasında belli
olur. Çiçek Kahraman'la tanışıncaya kadar kurguyu mekanik bir
sıralama, fazlalıkları ayıkladığımız teknik bir adım olarak
görürdüm.
Oysa Çiçek, teknik ustalığının
dışında, hikayeye yaratıcı katkı sağlayabilen bir kurgucu.
Ülkemiz için ender bir durumdur bu. Çiçek anlatmaya çalıştığınız
şeyi çok iyi anlar ve hikayenin akışına dair özgün yorumlar,
fikirler getirir. Mesela sadece bir sahnede bir karakterin bakışının
süresini biraz uzun tutar: Bir bakarsınız karakterin yorumu, bizim
o karaktere bakışımız da biraz değişmiş. Ya da aslında
kullanılmayacak, kaza eseri çekilmiş bir planı sahneye dahil
ediverir, bakarsınız o hatalı plan, vazgeçilmez hale gelmiş.
Birlikte çalıştığımız ilk filmi,
Ara'yı kurgularken senaryodaki ilk sahneden mutsuzdum. Çiçek'le
uzun uzun konuştuk. Senaryodaki tüm sırayı değiştirip, ilk
sahneyi sondan bir önceki sahne yaptık ve senaryoda öngörmediğim,
çok farklı bir başlangıç yarattık. Çiçek gibi hikayeden,
senaryodan anlayan bir kurgucu olmasa işim zordu.
Çünkü sanat denen şey sezgi üzerine
kuruludur. Yaptığınız her şeye uzun uzun mantıklı, teknik
açıklamalar getiremezsiniz. Bir cins sezgiyle “Böyle olması
gerek” deyip yaparsınız. İyi bir film ekibindeki herkesin
yönetmenle aynı sezgiyi paylaşması şarttır. Yoksa o film
bitmez. Çiçek sezgisiyle, “leb demeden leblebiyi anlayan” bazen
de yepyeni bir leblebi icat eden mucizevi insanlardandır.
Hep çok sakindir, işine inanılmaz
yoğunlaşır. Çalışırken bir kere bile sesimizi yükselttiğimizi,
tartıştığımızı hatırlamıyorum. Ben bazı zamanlar
sabırsızlanırım, sevdiğim sahneleri peşpeşe hemen kurgulamak
isterim; Çiçek beni sakinleştirir. “Onu yarına bırakalım,
dinlenmiş bir gözle yapalım,” der.
Yedi film çektim. Bunların dördünü
Çiçek'le yapmışız: Ara, Gölgesizler, Ses (Natalin Solakoğlu
ile birlikte) ve Nar.
Yeni bir film yaparken, yine haftalarca
bir odaya kapanmak için birini seçmem gerekecek, elbette fazla
düşünmeden Çiçek'i arayacağım. Umarım bundan sonraki
filmlerde de şartlarımız elverir ve hep birlikte çalışırız.