Sis
[Günümüz Türkçesine aktaran Ahmet Muhip Dıranas]
Sarmış yine ufuklarını inatçı bir sis,
Bir akça karanlık ki bu gitgide artan.
Basıncının altında silinmiş gibi her şey,
Bir tozlu ve görkemli yoğunluk ki bakışlar
Dikkatle işleyemez derinliğine, korkar;
Ama layık sana bu karanlık, derin örtü,
Layık bu örtünüş sana, ey sahnesi zulmün!
Ey sahnesi zulmün...
Evet, ey sahnesi her gösterişin,
Ey facialarla bezenmiş parıltılarla dolu sahne!
Ey parlaklığın, gösterişin beşiği ve mezarı;
Doğunun ezelden beri hep göz alan kraliçesi;
Ey kanlı sevgileri tiksinmeden, ürpermeden
Besleyip büyüten zevk düşkünü göğüs,
Ey Marmara'nın mavi kucağında
Ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın;
Ey köhne Bizans, ey koca gözbağıcı bunak,
Ey bin kocadan artakalan kız gibi dul
Hâlâ güzelliğinde tazeliğin büyüsü var,
Hâlâ titrer üstüne bütün gözler senin.
Dışardan, uzaktan açılan bakışlara süzgün
Mavi gözlerinle ne uysal görünürsün.
Uysal, fakat en kirli kadınlar gibi uysal;
Üstünde coşan gözyaşının hepsine hissiz.
Temelin atılırken daha bir hayın el
Yapına zehirli bir lanet suyu katmış sanki!
Bir sahtecilik kiri dalgalanır zerrelerinde,
Bir zerre temizlik bulamazsın içerinde;
Hep sahteliğin, hep hasedin, hep çıkarın kirliliği;
Yalnız bu... ve yalnız bunun yükselme ümidi.
Milyonla barındırdığın cesetler arasından
Kaç tane alın vardır çıkacak pak ve ışıklı?
Örtün, evet ey facia... Örtün, evet ey kent;
Örtün ve de sonsuz uyu, evrensel orospu.
Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
Katil kuleler, kaleli, zındanlı saraylar;
Ey anıların kurşun kaplı türbesi, ulu tapınak;
Ey mağrur sütunlar ki bağlı birer dev,
Geçmişleri geleceklere anlatmaya memur;
Ey dişleri düşmüş sırıtan sur kafilesi;
Ey kubbeler, ey şanlı yapıtlar, dualar için;
Ey doğruluğun sözlerini taşıyan minareler.
Ey damları çökmüş medreseler, mahkemecikler;
Ey servilerin siyah gölgesinde birer yer
Tutabilmiş nice bin sabırIı dilenci:
'Geçmişlere rahmet!' diyen mezar taşları:
Ey türbeler, ey her biri velveleli bir yad
Uyandırarak sessiz soluksuz uyuyan atalar;
Ey çamurla tozun savaştığı eski sokaklar;
Ey her açılan gediğinden bir olay sayıklar
Viraneler, ey it kopuğun uyuyup pustuğu yerler;
Ey kapkara damlarla ayakta birer yası
Temsil eden tasasız, çürük çarık evler;
Ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa yurt
Gamlı ocaklar ki somurtmuş acılarla,
Yıllarca zamandan beri tütmek ne... unutmuş;
Ey midelerin sıkboğaz zehri önünde
Her tür adiliği yutmakta olan kupkuru ağızlar;
Ey doğa'nın bağışıyla en hazır, en nimet verici
Yaratılmışken aç, tenbel ve kısır;
Her nimeti, her lutfu, kurtuluşun bütün nedenlerini
Gökten dilenen adi boyun eğme... ikiyüzlü gidi!
Ey köpek sesleri, ey konuşma onuruyla seçilmiş
İnsanda şu nankörlüğü lanetleyen haykırmalar;
Ey faydası yok gözyaşları, ey acı gülmeler;
Ey dertten ve aczden yakınan sözler, kinli bakışlar;
Ey efsane boşluğuna yuvarlanmış anı: namus;
Ey ikbal kıblesine çıkan yol: ayak öpme;
Ey eli silahlı korku, ki ettiğin kötülükler yüzündendir,
Öksüz, dul ağızlardaki her yakınış talihten;
Ey kişiye dokunulmazlık ve özgürlüğe benzer
Bir soluk alma hakkı veren kanun masalı;
Ey gerçekleşemez vaat, ey ebedi ve mutlak yalan,
Ey mahkemelerden bitevi sürülen hak;
Ey kuruntular saldırısıyla duygusallık gücü gitmiş
Vicdanlara dek uzatılmış hafiye kulakları;
Ey işitilmek korkusuyla kilitlenmiş ağızlar;
Ey hor görülen, kin duyulan ulusallık ünü;
Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasal mahkûm;
Ey erdem ve edepten pay alanlar, unutulmuş yüzler;
Ey korku yükünden iki büklüm gezer olmuş
Eşraf ve bütün halk, o ün almış koca toplum;
Ey önüne eğilmiş baş, ki ak pak fakat iğrenç;
Ey taze kadın, ey onu takibe koşan genç;
Ey hicranla vurulmuş ana, ey küskün duran eş;
Ey kimsesiz, avare çocuklar... hele sizler,
Hele sizler...
Katil kuleler, kaleli, zındanlı saraylar;
Ey anıların kurşun kaplı türbesi, ulu tapınak;
Ey mağrur sütunlar ki bağlı birer dev,
Geçmişleri geleceklere anlatmaya memur;
Ey dişleri düşmüş sırıtan sur kafilesi;
Ey kubbeler, ey şanlı yapıtlar, dualar için;
Ey doğruluğun sözlerini taşıyan minareler.
Ey damları çökmüş medreseler, mahkemecikler;
Ey servilerin siyah gölgesinde birer yer
Tutabilmiş nice bin sabırIı dilenci:
'Geçmişlere rahmet!' diyen mezar taşları:
Ey türbeler, ey her biri velveleli bir yad
Uyandırarak sessiz soluksuz uyuyan atalar;
Ey çamurla tozun savaştığı eski sokaklar;
Ey her açılan gediğinden bir olay sayıklar
Viraneler, ey it kopuğun uyuyup pustuğu yerler;
Ey kapkara damlarla ayakta birer yası
Temsil eden tasasız, çürük çarık evler;
Ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa yurt
Gamlı ocaklar ki somurtmuş acılarla,
Yıllarca zamandan beri tütmek ne... unutmuş;
Ey midelerin sıkboğaz zehri önünde
Her tür adiliği yutmakta olan kupkuru ağızlar;
Ey doğa'nın bağışıyla en hazır, en nimet verici
Yaratılmışken aç, tenbel ve kısır;
Her nimeti, her lutfu, kurtuluşun bütün nedenlerini
Gökten dilenen adi boyun eğme... ikiyüzlü gidi!
Ey köpek sesleri, ey konuşma onuruyla seçilmiş
İnsanda şu nankörlüğü lanetleyen haykırmalar;
Ey faydası yok gözyaşları, ey acı gülmeler;
Ey dertten ve aczden yakınan sözler, kinli bakışlar;
Ey efsane boşluğuna yuvarlanmış anı: namus;
Ey ikbal kıblesine çıkan yol: ayak öpme;
Ey eli silahlı korku, ki ettiğin kötülükler yüzündendir,
Öksüz, dul ağızlardaki her yakınış talihten;
Ey kişiye dokunulmazlık ve özgürlüğe benzer
Bir soluk alma hakkı veren kanun masalı;
Ey gerçekleşemez vaat, ey ebedi ve mutlak yalan,
Ey mahkemelerden bitevi sürülen hak;
Ey kuruntular saldırısıyla duygusallık gücü gitmiş
Vicdanlara dek uzatılmış hafiye kulakları;
Ey işitilmek korkusuyla kilitlenmiş ağızlar;
Ey hor görülen, kin duyulan ulusallık ünü;
Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasal mahkûm;
Ey erdem ve edepten pay alanlar, unutulmuş yüzler;
Ey korku yükünden iki büklüm gezer olmuş
Eşraf ve bütün halk, o ün almış koca toplum;
Ey önüne eğilmiş baş, ki ak pak fakat iğrenç;
Ey taze kadın, ey onu takibe koşan genç;
Ey hicranla vurulmuş ana, ey küskün duran eş;
Ey kimsesiz, avare çocuklar... hele sizler,
Hele sizler...
Örtün, evet, ey facia... Örtün, evet, ey kent;
Örtün ve de sonsuz uyu, evrensel orospu!..