Hadsizlere inat filmlerimle varım
Usta sinemacı Ümit Ünal’ın son filmi “Evcilik” 25 Ekim’de vizyona giriyor. Ünal, Altın Portakal ön jürisinde yer alan Tunca Arslan’ın “LGBT yok, fonlu filmler yok” açıklamalarına istinaden, “Hepsine inat kendi bildiğim filmleri yapmaya devam edeceğim” dedi.
Emrah KOLUKISA
Bugün sinemamızda Yeşilçam geleneğinin gerçek anlamda temsilcisi olduğunu iddia edebileceğimiz birileri kaldıysa, onların başına Ümit Ünal’ın adını koymamız gerekir muhtemelen. 80’li yıllarda sinemaya başlayan ve 40 yıla yaklaşan kariyerinin ilk yıllarında senarist olarak çalıştığı Yeşilçam’dan hem çok şey alan hem de Yeşilçam’a çok katkılarda bulunan Ünal 2000’li yıllardan itibaren kendi sinema dilini oluşturdu ve bir anlamda Yeşilçam’I kendince dönüştürdü. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ona En İyi Senaryo dalında ilk Altın Portakal’ını getiren son filmi “Evcilik” ayrı dünyalara ait iki evli çiftin Assos’daki bir motelde geçirdikleri birkaç günlük maceralarını anlatıyor.
25 Ekim’de vizyona girecek filmin başrol oyuncuları ise Öykü Karayel, Fatih Artman, Deniz Işın ve En İyi Erkek Oyuncu dalında Altın Portakal alan Nejat İşler. İşler’in aynı zamanda yapımcılığını da üstlendiği filmde Ünal’ın fetiş oyuncularından Selen Uçer de küçük bir rol üstlenmiş. Vizyon öncesi Ümit Ünal ile bir söyleşi yaptık ve hem “Evcilik”I hem de tartışlamaların gölgesinde sona eren Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni konuştuk.
“Evcilik” için ilham kaynaklarım arasında Milan Kundera'nın “Otostop Oyunu” hikayesini, Ruben Östlund'un “Force Majeur” ve Paul Schrader'in “Comfort of Strangers” filmlerini sayabilirim. Önemsiz gibi görünen ya da oyun gibi başlayan ufak bir olayın bir çiftin hayatında saklı kalmış bütün çelişkileri su üstüne çıkarması ve onları tamamen değiştirmesi fikrini çarpıcı buluyorum. Buna bir "haset" katmanı katmaya çalıştım. Senaryoyu 2014'te yazmıştım ama uzun zaman çekilemedi, çekmecede bekledi. “Sofra Sırları” ve “Aşk, Büyü Vs” öne geçtiler. Nejat İşler senaryoyu sevip ısrarla arkasında durduğu için çekilebildi.
Filmi çektiğimiz mekan, Eren Konukevi'nde 2013 yazında bir hafta kalmıştık. Assos yakınındaki Sivrice o zaman daha ıssız bir yerdi. Otelde başka müşteri olmaması, çiftin tek başlarına kalması aynen başımıza geldi, ama sonra gelişen olaylar elbette tamamen kurmaca. Senaryoyu yazarken hep Sivrice'yi ve Eren Konukevi'ni hayal etmiştim. Filmi çekmemiz söz konusu olunca tesadüfen otelin şimdi boş olduğunu öğrendik ve bir aylığına kiraladık. Her yönetmene nasip olmaz, filmi yazarken hayal ettiğim mekanda çektim.
“Aşk, Büyü, V”de Eren ve Reyhan’ın aşkında sınıfsal bir açmaz vardı evet, ama burada kültürel bir gerilim de söz konusu. Siz yönetmen ve yazar olarak tarafınızı biraz belli ediyorsunuz sanki… Bunu biraz açmak ister misiniz?
Sınıfsal-kültürel gerilimler hikayenin ana ekseninde evet. Filmdeki zengin şehirli ve yoksul köylü çiftler arasında karşılıklı bir özenti, hatta haset var. Nejat İşler ve Deniz Işın'ın canlandırdığı köylü çift, Öykü Karayel ve Fatih Artman'ın oynadığı şehirli çiftin müreffeh hayatını, özgürlüğünü kıskanıyor. Şehirli çift de onların derin aşkını, görünürdeki "saflığını", yaşama sevincini. Ben yazar ve yönetmen olarak mümkün olduğu kadar her iki tarafa eşit bakmaya çalıştım sanıyorum ama belki geldiğim sınıfsal köken beni haksızlığa uğrayan köylü çiftin tarafına yaklaştırmış olabilir.
Aşk ya da romantik ilişki diyelim isterseniz, bir savaş alanı mı?
Kafka'nın bir sözü vardır şu an elimde kaynak olmadığı için mealen aktarıyorum: "Kadın erkek arasında yapılan ve yatakta sonlanan şey bir savaş gibidir adeta". (Bunu isterseniz erkek-erkek ya da kadın-kadın çiftlere de uyarlayabilirsiniz.) Aşk ilişkisi çoğu zaman, özellikle başlangıçta bir sahip olma savaşına dönüşebiliyor. "Aldım-verdim-ben seni yendim." İnsanın olgun, şüphe ve korku içermeyen, geçmişin travmalarından muzdarip olmayan, eşitliğe dayalı bir ilişki kurabilmesi yıllarını alıyor. Bazı talihsizler de hayat boyu bulamıyor öyle bir ilişkiyi.
Bir çocuk oyunundan adını alıyor film: Evcilik… Bu oyun benzetmesinden meramınız neydi aslında?
Film "-mış gibi yapan" insanlar üzerine. Her şey yolundaymış, çok mutlularmış gibi yapıyorlar, başkalarını taklit ederek aşıkmış gibi yapıyorlar. Bunu da aslında kötülük olsun diye değil, çocukça bir oyun gibi yapıyorlar. Ama çocuklar yetişkinlerden çok daha zalim olabilir. Bu oyunun içinde de gizli bir zulüm var.
‘Evcilik’ yine kara komedi sularında ilerleyen bir film. Bu tarz bir mizah sizce günümüz Türkiye’sine daha mı uygun?
İlk senaryomdan beri yani neredeyse 40 yıldır kara mizah sularında yüzüyorum. Mizahçı değilim, insanları içtenlikle güldürmeyi başaran komedyenleri çok kıskanıyorum, çok zor iş. Mizah için toplumun/zamanın ruhunu çok iyi anlamak ve herkesin anlayabileceği çok doğru, güncel referanslar seçmek gerek. Ama bazı güncel olmayan, zamansız kavramları, durumları kimsenin bakmadığı aykırı bir açıdan gösterdiğiniz zaman kara mizah doğabiliyor. Hemen hemen her filmimde yer alan kara mizah unsurları, asıl amacım güldürmek olmasa da seyirciyi "acı acı" güldürebiliyor.
‘Bağımsız sinema’ yapmak gitgide daha mı zorlaşıyor memleketimizde? Nejat İşler’in yapımcı olarak da filme dahil olduğunu görüyoruz. Nasıl bir süreçti bu filmin yapımı, finansmanı?
Nejat 2023 Ağustos ayında İskoçya'ya geldi. Glasgow'a da uğradı, bir öğleden sonra oturup sohbet ettik. Bana bağımsız yapımcılık planlarından bahsetti, proje aradığını söyledi. Ben de “Evcilik”i anlattım. Hikaye biter bitmez, "Tamam çekiyoruz" dedi. Sonraki finansman aşamalarını ayrıntılı bilmiyorum açıkçası. Bir noktada projeye Sky Films-Emre Oskay dahil oldu ve film onun getirdiği yapım ekibiyle çekildi. Ben kendi arkadaşlarım görüntü yönetmeni Aydın Sarıoğlu, sanat yönetmeni Elif Taşçıoğlu ve kurgucu Melike Kasaplar'ı getirdim. Filmin bütçesini de rakamsal olarak bilemiyorum ama piyasada çekilen birçok filme, diziye göre bütçesinin çok daha mütevazı olduğunu söyleyebiliriz sanırım.
Filmin ilk gösteriminin yapıldığı Antalya Film Festivali’nde izleyici tepkileri nasıldı? Söyleşide nasıl konuları didikledi izleyici?
İzleyiciden çok olumlu bir tepki aldı. Yılların tecrübesi diyeyim, artık filmi nasıl bir gelecek beklediğini, ilk gösterimlerde seyir sırasında esprilere verdikleri karşılıktan, ışıklar yandığı anda yüzlerindeki ifadeden anlayabiliyorum. Gelen sorular da (filmdeki bir rüya sahnesini çok komik yorumlayan biri hariç) filmi çok iyi anladıklarını gösteriyordu. Mesela az önce konuştuğumuz kültürel-sınıfsal çatışmalar meselesi gayet güzel geçmişti herkese. Sanırım genel izleyiciyle en kolay bağ kuran filmim bu.
Antalya Film Festivali geçen yıl bir sansür olayıyla gündeme gelmiş, mesele festivalin iptaline kadar gitmişti. Sizce sinema sektörümüz bu konuda yeterli tepki verdi mi, ya da en azından bütüncül bir tepki verdi mi diyelim… Bu konuda sektör bileşenleri bir araya gelip (fiziki ya da sanal ortamlarda olabilir) bir fikir teatisinde bulundu mu mesela?
Yaklaşık 20 sene önce, 2005'teki Altın Portakal haberlerine baktım: Kapanışta Mercan Dede konserinde Aynur Kürtçe türkü söylemiş. (Protokol alkışlamamış.) Ferzan Özpetek yine jüri başkanıymış. Reha Erdem'in en sevdiğim filmi Korkuyorum Anne görmezden gelinmiş ve ödül bir daha hiç film çekmeyen genç bir yönetmenin ilk filmine verilmiş. (Verilmiş diyorum ama ben de oradaydım ve izleyici olarak dev bir hayal kırıklığı yaşamıştım.) Oradan bu günlere geldik. Artık festival sahnesinde Kürtçe türkü hayal edilemez bir şey. Artık ön jüride bulunan bir adam talihsiz ve hadsiz konuşmasında "Festivalde LGBT ve fonlanmış filmler yoktu", "Türkiye’ye uzak ve haddinden fazla eleştirel bakan filmlerin dönemi bitti" vs diyebiliyor. Demek Aşk, Büyü vs bu yılın filmi olsa Altın Portakal'a giremeyecekti, yine de lütfedip beni almışlar. Peki bu "yeni dönem"de, festivalde artık sadece devlet destekli, mülayim içerikli filmlere mi yer olacak? TRT dizisi estetiği festivallere hakim mi olacak?
İktidarın bir çok temel kurum gibi festivalleri de değiştirmeye, gerekirse kapatmaya çalıştığı açık. Geçen seneki durum korkunç bir yönetim felaketiydi. Ama bu yıl yapılan boykot çağrılarını garipsedim. Evet işler her yıl daha kötüye gidiyor ama çaresi boykot mu? Bu bence, zaten susmamızı isteyen birilerini dilimizi keserek protesto etmek gibi. Birileri festivali susturmaya, dönüştürmeye çalışıyorsa, buna en iyi cevap "al senin olsun" deyip kenara çekilmek midir? Sinema tarihimize mal olmuş, bugünün sinemacılarına emanet kalmış Altın Portakal, "LGBT ve fonlanmış filmlere geçit vermeyen" eşi benzeri çok görülmüş adamların insafına mı kalsın? Biz festivale katılanlar bu adamları onaylamış ve onlara meşruiyet vermiş mi oluyoruz? Hepimiz tam da onların istediği gibi görünmez mi olalım? Ülkenin diğer temel kurumları gibi Altın Portakal'ın da elimizden kayıp gitmesine seyirci mi kalalım? Ben hepsine inat kendi bildiğim filmleri yapmaya, kendi sevdiğim hikayeleri anlatmaya devam edeceğim, festivallere katılmaya çalışacağım. Gelecekte bir filmim, ya da herhangi bir film LGBT temalı olduğu için ya da "haddinden fazla eleştirel" olduğu için festivale alınmazsa da kıyameti koparacağım.
En İyi Senaryo dalında bir ödül de geldi size. Ne hissediyorsunuz buradaki ödüller hakkında?
Antalya'ya geç gittiğim için diğer ödül alan filmleri göremedim. O yüzden yarışma sonuçları hakkında konuşmam doğru olmaz. Az önce söz ettiğim değişim-dönüşüm hamlesinin sadece ön jüriyle sınırlı kalmayıp ana jüriye de sirayet etmiş olması mümkün mü, bilmiyorum. Ama Adana ve İstanbul'da jüri başkanlığı, sayısını unuttuğum festivalde de jüri üyeliği yapmış biri olarak, bu işlerin biraz şans işi olduğunu biliyorum. Emre Yeksan'ın geçen gün Twitter'da yazdığı gibi herhangi bir festivalde, jürilere zahmet vermek yerine sonuçlar tamamen şansa bırakılsa ve mesela zar atılsa daha iyi sonuçlar da çıkabilir. Samimi bir itirafta bulunayım: Sinemada geçirdiğim bol ödüllü 38 yıldan sonra festivallere bu işin mecburi bir parçası olarak katılıyorum. Ben tedavisi imkansız bir bağımlıyım: Hikayeler anlatmaya, filmler yapmaya, filmlerimi anlayışlı seyircilerle paylaşmaya bağımlıyım. Bunu bırakmama imkan yok. Bunu sürdürebilmek için festivallere gitmek, filmi tanıtmak vs gerekiyor, gidiyorum. Ödül olursa filmin tanıtımı adına ne ala, olmazsa da artık pek umurumda değil.
Sinema haricinde, resim ve edebiyat da sizin yaratı alanlarınız olarak çıkıyor karşımıza. Filmde de örneğin buzdolabının üzerinde sizin çizimlerinizi durduğunu gördük… Her koşulda ve formda yaratmaya devam etmenizi neye bağlıyorsunuz?
Filmin ilk gösteriminden sonra, soru-cevap sırasında ilk gelen soru o çizimlerle ilgiliydi. Sanat yönetmeni arkadaşım Elif, filmin hikayesiyle bağıntılı gördüğü iki çizimimi dolabın üzerine asmış. Ben de kaldırmadım. Çocukluğumdan beri yazıyorum, çiziyorum bunu dünyayla alışverişin, hayatta kalmanın tek yolu olarak görüyorum. Az önce söylediğim gibi bunları bırakmama, bu bağımlılıktan vazgeçmeme imkan yok. Bunların çevresindeki her şey, hayat gailesi içinde bu bağımlılık sürebilsin diye.
Bu soru eminim çok geliyordur ama tiyatro yapmayı hiç düşünmüyor musunuz, ya da tiyatroya hangi koşullar altında sıcak bakarsınız?
Çok düşündüm aslında. 2013'te İskoçya'daki bağımsızlık referandumu sırasında, Erdem Avşar'ın İngilizce yazdığı 5 dakikalık bir kısa oyunu İskoçya Ulusal Tiyatrosu'nun etkinliği için yönetmiş, aynı zamanda videoya çekmiştim, güzel de olmuştu. Hatta kendim yönetmek üzere iki oyun yazdım. Ama bin türlü sebepten hayata geçemediler. Sonra yurt dışına taşındım, buradan uzak kaldım. Tiyatro yüzyüze iletişim istiyor, uzaktan kumanda yapmak zor, o yüzden denemeyi bıraktım. Ama bir gün tiyatro oyunu yönetme hevesim yerinde duruyor. Burada ya da İskoçya'da uygun ortam bulursam, her an gerçekleşebilir.
Bu röportaj Birgün gazetesinde 17 Eylül 2024 tarihinde yayınlandı.