Gerçeklik
kontrolü: Dünyayla ve gerçeklikle bağlantıyı kontrol edip
kendine gelmek. Her insanın, ama özellikle cennet
vatanımızda yaşayan herkesin; sabah ve akşam olmak uzere günde
en az iki kere "reality check" yapması şarttır.
Derin
bir nefes alıp hayatın en temel gerçeklerini saymak (Adım
şu, yaşım bu, işim bu. Su 100 derecede kaynar. 2 kere 2, 4 eder,
son 5-6 aydır kendim dahil kimseye yalan soylemedim. Kimseye borcum
yok. Dört iyi arkadaşım var. vs.)
nerde durduğumuzu bir gözetmek, kısa bir hesaplaşma yapmak çok
zor değildir.
Kahvaltıdan sonra diş fırçalamak kadar
kısa sürer. Ama ruh sağlığı için daha elzemdir.
Mesela,
gelin dünya ahvali hakkında kısa bir “reality check” yapalım:
Dünyada
batı-doğu yoktur. Zenginler ve fakirler vardır. Ezenler ve
ezilenler, haklılar ve haksızlar, zalimler ve mazlumlar vardır.
Ve bunlar dünyanın her ülkesinde vardır. Batı diye örnek
aldığımız, insan hakları konusunda örnek gösterdiğimiz
ülkeler de her türlü haksızlığı, zulmü işlemiş, yer
geldiğinde işleyen ülkelerdir.
Ama hasbelkader, insan
aklının en özgürlükçü ürünleri de batıda çıkmıştır:
İnsan hakları, akılcılık, özgür düşünceye saygı vs.
Dünyanın her ülkesinde olduğu gibi, batı ülkelerinin kendi
içinde de bu "batı kriterleri"ni karalamaya çalışanlar
vardır.
İnsan hakları kavramı batıda doğmuştur. Fransız ihtilali sırasında, her
insanın, sadece Fransız olanların değil herkesin, eşit haklarla
doğduğu, bu dünya üzerinde bildiğimiz kadarıyla ilk kez dile
getirilmiştir ve bu ilke evrenseldir. İnsan haklarına bağlı tüm
kriterleri tabii ki evrensel saymak zorundayız. Bugün dünyanın
herhangi bir ülkesinde bu kriterler ihlal ediliyor olabilir.
Bunların hepsine karşı durmak zorundayız. Kendi ülkemizdekilere
de.
“Batı” dediğimiz şey tek bir merkezden karar veren
bir bütün değildir. Kendi içinde çatışan, savaşan bir sürü
güçten oluşur.
Yaşadığımız ülkede nasıl cahiller,
hırsızlar, haydutlar, zorbalar varsa bol miktarda "batı
ülkeleri"nde de vardır onlardan. Ama burada nasıl akla,
sağduyuya inananlar varsa, batıda da vardır. Bu insanların önce
birbirlerini anlamaları sonra da güçlerini birleştirmeleri
zorunludur.
Çatışma doğu ve batı arasında değildir.
Çatışma akıl/akıldışı, zalim/mazlum, zengin/fakir,
ezen/ezilen arasındadır.
Zorbalar, hırsızlar, yol kesip
adam soyanlar işte bunu anlamamızı istemiyorlar. Batı olsun doğu
olsun başka ülkelerde aynen benzerimiz insanların yaşadığını
bilmemizi istemiyorlar. Birbirimizi anlamamızı ve güçbirliği
yapmamızı istemiyorlar. Çünkü her ülkenin kendi içindeki
“kapalı düzen” kapalı kalsın, düzen sürsün istiyorlar. O
yüzden "batı" diyorlar, “doğu” diyorlar.
Sadece
ülkeleri ayırmak yetmiyor. Bazen ülke içinde de o din bu din, o
ırk bu ırk diyorlar. Mezhep diyorlar. Akla kara diyorlar.
Halbuki
akın da karanın da iyileri kötüleri, zenginleri fakirleri,
zalimleri mazlumları var.
Kötüler
ve zalimler ak da olsalar kara da olsalar birbirlerini gayet iyi
anlıyorlar ve çoğu zaman gayet güzel işbirliği yapıyorlar. En
güzel işbirliğini de mazlumların, iyilerin, fakirlerin kafasını
karıştırmak için yapıyorlar.
Bu
hafta bir film festivali için Almanya'daydım. Üç Türk arkadaşla
yürüyorduk. Uluslararası bir futbol maçı vardı. Bulunduğumuz
ufak şehir polis ve futbol kalabalığı kaynıyordu. Futbol
kalabalığının çoğunluğu “neo-nazi” denebilecek tiplerdi.
Bir birahane kalabalığından “Almanya Almanlarındır, Yabancılar
dışarı” diye bağırdılar bizim tarafa doğru. İşsiz güçsüz
üç Alman genci birahaneden çıkıyorlardı. Biri bize baktı ve
iki eliyle makineli tüfek işareti yapıp bizim Türk grubunu
“taradı”sarhoş sarhoş sırıtarak.
Almanya'da
milyonlarca zavallıya başlarına gelen işsizliğin, yoksulluğun,
harcanan gençliklerinin sebebinin Almanya'daki Türkler olduğu
öğretilmiş. Türklerden kurtulsalar iş bulacaklarını, mutlu
olacaklarını ve belki maçı da hep alacaklarını sanıyorlar.
Tanıdık
gelmiyor mu biraz?
Tabii
ki Almanya sokaktaki neo nazi gençlerden ibaret değil. O akşam
film gösterimi için sinema salonunda buluştuğumuz insanlarla,
herhangi bir ülkedeki insanlar kadar yakındık ve aynı dilden
konuşuyorduk. Türkiye'de çok mütevazi koşullarda yapılmış bir
film üzerine daha önce Londra, Tel Aviv, Beyrut, Ankara, Antalya,
Gaziantep, İstanbul ve daha bir sürü şehirde neler konuştuysak
onları konuştuk. Herkes filmi anlamıştı, anlamaktan öte
hissetmişti. Sokaktaki serseri gençlerin hiç bilemeyeceği bir
dilden anlaştık. O akşam Türk ya da Alman değildik. Sinemaya
inanan, hikayelerin gücüne inanan bir avuç insandık.
Bir gün
dünyanın her yerinde birbirini anlayabilecek, güç birliği
yapabilecek insanların sabah kalkıp bir “gerçeklik kontrolü”
yaptığını hayal edin. Üstümüze üstümüze gelen karanlığı
yırtacak bir güç oluşturabilir miydik? Evet diyenlere “naif”,
“hayalci” diyenler çıkacak biliyorum. Neyse ki dünya naif
hayalciler sayesinde ayakta kalıyor.
(Bu yazı Boxer dergisi 2012 Ekim sayısında yayınlandı.)