Ümit Ünal, Evcilik’i anlattı: Sınıfsal çatışmalar her zaman ilgimi çekti
Yönetmen Ümit Ünal, yazıp yönettiği son filmi Evcilik’i Diken’e anlattı: “Hayallerimi sette budamak yerine, elimdeki olanaklara göre hayal kuruyorum. ‘9’, ‘Aşk Büyü vs’ gibi filmlerimi imkansızlıklar içinde ancak bu sayede yapabildim. ‘Evcilik’ de bu şekilde, küçük bütçeli olarak tasarlanmış bir iş.”
Her mutlu çift birbirine benzer, her mutsuz çiftinse kendine göre bir mutsuzluğu vardır. Tolstoy’un o meşhur sözünü böyle de yorumlamak mümkün.
Yönetmenliğini ve senaristliğini Ümit Ünal’ın yaptığı ‘Evcilik’ tam da böyle bir hikaye anlatıyor.
Tatil için gittikleri bir Ege kasabasında mutsuz şehirli çift, köylü ve mutlu çiftle karşılaşıyor. Her şeye sahip ama içten içe huzursuz şehirliler, hiçbir şeyi olmayan aslında oldukça da farklı bu köylü çifti merak etmeye başlıyor. Onları mutlu eden aslında kendilerini mutlu etmeyen şeyi kurcaladıkça da her şeyi alt üst edecek bir yüzleşme kaçınılmaz oluyor.
‘Evcilik’in başrollerinde Özkan rolüyle Nejat İşler, Aysun-Kınalı rolünde Deniz Işın, Filiz ve Fırat rollerindeyse Öykü Karayel ile Fatih Artman yer alıyor.
Nejat İşler’in yapımcılarından olduğu film, 62’nci Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde İşler’e en iyi erkek oyuncu, yönetmen Ümit Ünal’a da en iyi senaryo ödülünü kazandırdı.
‘Evcilik’in tüm hikayesini ve çekim sürecini Ünal, Diken’e anlattı:
Hikaye nasıl ortaya çıktı? Senaryo yazma süreci nasıl gelişti?
2013’te filmin ana mekanı Assos- Sivrice’deki Eren Konukevi’nde bir hafta kalmıştık. Benim ‘9’, ‘Ara’, ‘Nar’ üçlemesini bilenler bilir, dar alanda, kısıtlı oyuncu kadrosuyla filmler yapmayı seviyorum. Bir otelde geçen bir hikaye tasarlamaya başladım. Hikayenin ilk ilhamı da, Milan Kundera’nın ‘Otostop Oyunu’ hikayesinden çıkmıştı.
Taa 1993’te Atıf Yılmaz için o hikayeden bir uyarlama yapmaya çalışmıştım. O film çekilemedi ama hikaye aklımı yıllarca meşgul etti. Sonuçta ortaya çıkan ‘Evcilik’ senaryosunun ‘Otostop Oyunu’yla hiç ilgisi yok ama ilk fikri o hikaye ateşledi.
Filmin yapımcılarından biri de başrol oyuncusu Nejat İşler, o projeye yapımcı olarak nasıl dahil oldu?
Yaklaşık beş yıldır Glasgow’da yaşıyorum. Nejat’la İskoçya’ya geldiğinde görüştük. Bağımsız yapımcılık yapma düşüncesinden bahsetti, proje aradığını anlattı. Ben de çekmecemde hazır bekleyen ‘Evcilik’i ve Özkan rolünü önerdim. Nejat senaryoyu beğenince, projeye önderlik etti, onun şirketi ‘Meddah‘ ve Emre Oskay’ın şirketi ‘Sky Films’ ortaklığıyla yapıldı film.
Sosyal medyadan da takip ettiğim kadarıyla filmin yazım, prodüksiyon ve çekim süreci oldukça hızlı ilerledi? Toplamda ne kadar sürdü çekimler ve nerede yapıldı?
Nejat’la ilk buluşmamız 2023 Ağustos’uydu. Bir yıl dolmadan, Mayıs-Haziran 2024’te çektik. Hazırlık ve çekim süreci birçok projeye göre çok hızlı ilerledi evet. Çekimler Assos-Sivrice’de, Eren Konukevi’nde yapıldı. Toplam 17 günde çekildi.
‘Evcilik bir gerilim filmi değil’
Filmdeki gerilim unsurları ve bırakılan boşluklar açısından baktığımızda film sanki filmografinizde daha farklı bir yerde, duruyor? Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
‘Evcilik’in diğer filmlerimle tema ve üslup açısından çok ortak yönü var, farklı yerde durduğunu düşünmüyorum. Senaryosunu Uygar Şirin’in yazdığı Ses filmim dışında ‘tür sineması’ deneyimim olmadı. Ama her filmimde gerilim, dram, komedi hatta melodram unsurlarını serbest vezin halinde kullanıyorum. Sanırım bu sefer gerilim biraz daha ağırlıklı ama ‘Evcilik’ bir ‘gerilim filmi’ değil.
Tür filmi denen şey, filmlerin daha kolay pazarlanması, süpermarket rafında yerini kolay bulması için icat edilmiş bir kavram. Gerilim dahil tüm tür filmlerinin kendi kuralları var, ben onların hiçbirine uymuyorum. Kendi türümde filmler yapıyorum.
‘Hayallerimi sette budamak yerine, elimdeki olanaklara göre hayal kuruyorum’
Üretmenin ve çekmenin zor olduğundan bahsediliyor, sinemamızda fon tartışmaları da sürekli gündemde ama Evcilik özelinde baktığımızda oldukça ekonomik ve bütün unsurlarıyla tanıdık gelen (Türk sineması geleneğinin izlerini görebileceğimiz) bir sinemanız var. İran sinemasının kendi içinde şartlara uyum sağlaması gibi siz de sinemanızın Türkiye koşullarına uyum sağladığını söyleyebilir misiniz?
Sinema sonuçta eğlence endüstrisinin bir parçası. Sinemayı diğer sanatlardan ayıran tarafı, endüstri koşullarının çok ağır basması.
Bir senaryo fikriyle bir yapımcıya gittiğinizde birden kendinizi sanki yeni bir buzdolabı modeli tasarlayan bir mühendis gibi kar/maliyet, arz/talep dengelerini konuşurken bulabilirsiniz. Bir romancı, bir ressam çevresindeki insanlardan, yaşadığı ülkenin şartlarından tamamen bağımsız işler yapabilir, hayalgücünü sonsuz serbest bırakabilir.
Ama bir sinemacı bulunduğu yerin koşullarına uyum sağlamak zorunda. Film yapabilmek için birçok insanı, başta para sahiplerini, sonra da oyuncu, görüntü yönetmeni, sanat yönetmeni gibi birçok başka sanatçıyı ikna etmek zorunda. Eğer elinizdeki imkanları bilmeden, çok geniş bütçe, çok gelişkin teknik olanaklar vs. gerektiren bir senaryo yazarsanız ve sonra bunu sınırlı bir bütçeyle ve kötü teknik olanaklara göre kırpıp budayarak yaparsanız çok kötü filmler ortaya çıkar.
Ben büyük bütçelere zor ulaştım, filmlerimin yarısı çok küçük bütçeli hatta bütçesiz işler. Açıkçası en başarılı olanlar da onlar. Çünkü bir meslek sırrım var: Daha işin en başında, senaryo/tasarım aşamasında, filmi elimdeki koşullara göre yazıyorum.
Yani hayallerimi sette budamak yerine, elimdeki olanaklara göre hayal kuruyorum. ‘9’, ‘Aşk Büyü vs.’ gibi filmlerimi imkansızlıklar içinde ancak bu sayede yapabildim. ‘Evcilik’ de bu şekilde, küçük bütçeli olarak tasarlanmış bir iş.
Önceki soruda kısaca değindim ama mekanın olanakları sinemada oldukça mühimdir. Siz çekim yaptığınız mekandan yüzde 100 verim almayı, onu etkili kullanmayı biliyorsunuz.
‘9’ ve ‘Ara’ gibi filmlerinizde zaten bunu gösterdiniz. Evcilik’te de otel hem bir tanışma hem de yüzleşme mekanı, karakterlerin bütün yakınlaşması ve çoğu iletişimi burada geçiyor. Filmdeki mekan kullanımı hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Mekan sinemada en etkili anlatım araçlarından biri. Hele tek mekanda geçen bir film çekince ister istemez mekan başrollerden biri haline geliyor. Yönetmen olarak da mekanın tüm detaylarına dikkat etmek, her köşesini değerlendirmek durumunda kalıyorsunuz.
Ben zaten ilginç bir mekan (bir pencere, bir koridor, bir merdiven) bulursam hemen kameraya sarılıyorum, fotoğraflarını çekiyorum. 2013’te kaldığımızda Eren Konukevi’nin de bol bol fotoğraflarını çekmiştim. Film için yaptığım bir afiş tasarımı taa o zaman çektiğim bir fotoğraftan çıktı mesela. Assos çevresindeki diğer yapılara benzemeyen, İskandinav mimarisini andıran bir yerdi (mimarı Roni Ruso’ymuş). Senaryoyu da yazarken aklımda hep bu mekan vardı, yıllar sonra orada çekmek kısmet oldu, büyük şanstı benim için.
‘Sınıfsal çatışmalar her zaman ilgimi çekti’
İki evli çift arasında bir sınıf farklılığı var, İstanbullu çift aslında tepeden bakıyor ama bunu kendi içlerinde konuşuyorlar. Sınıfsal ayrışma finale kadar yüzeye çıkmıyor. Aynı şekilde iki kadın arasındaki yakınlık da bir feminist dayanışmaya dönüşmüyor. Hikayede bu yakınlıkların ve çatışmaların dengesini nasıl kurdunuz?
Sınıfsal ayrışmalar filmin açılışından beri var aslında. Şehirli adamın, köylü adama ‘dayı’, kadına ‘bacım’ demesinden tutun; köylü çiftin ‘Kınalı-Duman’ hitaplarıyla alay etmelerine, onlara ‘biz size yardım ederiz’ demelerine kadar… Ama bu ayrışma ancak filmin sonuna doğru fiziksel bir çatışmaya dönüşüyor.
Sınıfsal çatışmalar her zaman ilgimi çekti. Bizimki gibi, sınıflararası geçişin daha mümkün olduğu ülkelerde, bu çatışma daha da ilginç hal alıyor. Filmdeki İstanbullu adam zengin ama büyük olasılıkla ancak ikinci ya da en fazla üçüncü kuşak zengin biri. Belki babası ya da dedesi köyden göçmüş, ufak ticaretten zengin olmuş. O adamlardan çok tanıyorum.
Şehirli kadınsa aslında sekreter olarak çalıştığı şirkette patronun oğluyla evlenmiş, aslında yoksulluktan gelen biri. Edebiyat okumuş, hayata bir parça daha incelikli bakıyor, kocasını kaba saba buluyor. İkisi de mesela İngiltere’de göreceğiniz ‘upper middle class’ – üst orta sınıf tabir edilen insanlardan değiller. Kuşaklar boyunca ‘elit’ değiller, sonradan olmuşlar. Köylü çiftle yaşadıkları şey sert bir kültürel çatışma, ama içten içe çok da özdeşleşiyorlar onlarla.
İki erkeğin eşleriyle kurduğu ilişki de farklı. Şehirli karakter ‘Kimse benim eşimi üzemez’ diye öne çıkıyor ama aslında korkak bir erkek, ilk tehditte ürküyor ve kaçıyor. Köylü olansa her ne kadar deli dolu görünse de yüzleşmeyi biliyor, hatalarını tek tek sayıyor.
Aslında yönetmen olarak burada hangi çiftten yana olduğunuzu biraz belli ediyorsunuz. Köylü olan çift biraz daha açık ve dürüst olarak gösteriliyor seyirciye. Ne söylersiniz bunun hakkında?
Kendi kökenlerimi düşününce, belki köylü çifte ayrıcalık tanımış olabilirim. Ama onlar da tamamen masum değiller, onların da gizli hırsları, teslim oldukları hasetleri var. İki çift arasında iyi-kötü ayrımı yapmak zor bence. Aslında tarafsız olmaya ve dört karaktere de eşit davranmaya çalıştım.
Annem babam ilkokul öğretmeniydi, köylerde ve kasabalarda büyüdüm. Özkan ve Aysun gibi insanlardan çok tanıdım. 20 yaşımdan itibaren İstanbul’da yaşadım, Fırat ve Filiz gibi tanıdıklarım da çok oldu. Her yazar gibi, yarattığım karakterlere kendimden, kendi geçmişimden, yakın çevremden çok şey ekliyorum. Bir aşamada onları benim uydurduğumu unutuyorum, gerçekten tanıdığım, kanlı canlı birileri gibi gelmeye başlıyorlar.
Teknoloji, Instagram ve sosyal medyanın gündelik hayata bu denli sızması da sanırım ilk defa bir filminizde bu kadar ön planda. Siz de belli ki bu durumdan şikayetçisiniz. Filmde sosyal medya bağımlılığını tiye alıyorsunuz.
Aslında kendimle de dalga geçiyorum orada. Tanıyanlar bilir, ben de Filiz (Öykü Karayel’in canlandırdığı karakter) gibi sosyal medya bağımlısıyım. 15-20 yılı buldu herhalde, Facebook-Twitter- Instagram üçgeninde debeleniyorum.
Filiz gibi selfie-video çekmesem de, her gün bir iki fotoğraf paylaşmadan duramıyorum. Gittiğim yerler, günlük yürüyüşlerde gördüğüm ayrıntılar, tabii ki kediler. Son zamanda değişmeye çalışıyorum. İyice zehirli bir yer haline gelen Twitter’ı tamamen bıraktım mesela, her şeyi silip profilimi kapadım. Diğer sitelerde gündelik paylaşımlara devam, ama sırada onlar da var. Umarım bir gün bırakacağım hepsini.
‘Çiftin kökenine ve aksanına son aşamada karar verdik’
Rüçhan Çalışkur’un oynadığı karakter bir gerilim unsuru olarak karşımıza çıkıyor. Dediğim gibi bu dozu Evcilik’te artırdınız. Sizce bu tercihler olmadan film nasıl olurdu? Başka türlü anlatmayı istediniz mi?
Rüçhan Çalışkur’un çok güzel hayat verdiği, Özkan’ın annesi senaryonun ilk versiyonunda çok daha az yer alıyordu ama hikayeye daha sık girmesi, hiçbir şey anlamadan uzaktan izlemesi sonra da hikayenin akışına müdahele etmesi fikri hoşuma gitti.
‘Evcilik’ yıllar içinde şekillenmiş ve değişim geçirmiş bir senaryo. 10 yıl önce ilk yazdığımda komedi tarafı daha ağır basıyordu. Senaryoyu farklı yapım şirketleriyle konuştuk, farklı oyuncu alternatifleri düşünüldü, bazılarına senaryo yollandı.
Hikaye her yerde geçebilecek bir hikaye. Karadeniz yaylalarında ya da Kapadokya’da da geçebilirdi. Mesela köylü çiftin aksanını senaryoda tamamen nötr bir dille yazmış ve senaryonun başına bir not koymuştum: ‘Oyunculara ve çekim mekanına karar verince köylü çiftin aksanına, kökenlerine karar vereceğim ve yeniden yazacağım’ diye. Öyle de yaptım, şu anki kadroyla Assos’ta çekeceğimiz kesinleşince senaryoyu bir kez daha elden geçirdim. Köylü çiftin Kuzey Ege aksanıyla konuşmasına, Yörük olmalarına bu son aşamada karar verdik.
Filmdeki cinsellikle ilgili sahnelerde, sevişme sahnelerinde de sinemanın o altın kuralı devreye giriyor. Siz çok da göstermeden anlatıyorsunuz. Bu sahneleri çekerken nelere dikkat ettiniz?
Sinemada sevişme sahnelerini seyirciyi cinsel açıdan kışkırtmak için şiddetli ya da sisli puslu, süslü ayrıntılarla uzun uzun çekmek ve suistimal etmek mümkün, öyle yapan çok yönetmen var.
Ben sevişme sahnelerini hikayenin kendi akışında gerekli unsurlar olarak kullanıyorum. Sevişmeleri mümkün olduğunca ‘doğal’, kirli, sakar, bazen de trajikomik bir şey olarak gösteriyorum. Bu sahnelerde genelde mesafeli, soğukkanlı bir şekilde uzaktan izleyen bir kamera tercih ediyorum.
‘Ara‘da ya da ‘9‘daki sahnelerin cinsel uyarıcı olmaktan çok seyircide merhamet uyandırmasını; ‘Aşk, Büyü vs’nin finalindeki sevişme sahnesinin ‘huzurlu bir kavuşma anı’ olmasını amaçladım.
‘Olağan dışı detaylar hikayeyi klişe olmaktan kurtarıyor’
Şehirli mutsuz çift ile köylü, mutlu, aşık çiftin karşılaşmasına dair bir hikaye bu. Hem olağan hem olağan dışı detaylar var. Seyirciden hikaye için klişe eleştirisi gelir mi, diye bir kaygınız oldu mu?
İşte bahsettiğiniz ‘olağan dışı detaylar’ bence hikayeyi klişe olmaktan kurtarıyor. Sinema iki boyutlu görüntülerle yapılan bir sanat, ama iyi filmler bize o iki boyutun çok ötesinde derinlikli bir bakış, ‘üç boyutlu’ karakterler sunar. Kötü filmlerde karakterler sadece yönetmenin anlatmak istediğini dile getiren karton figürler olarak belirir. ‘İyi’ler sadece iyilik yapar, ‘kötü’ler de hep kötülük. Başka yönlerini göremeyiz, sezemeyiz.
Yazdığım ilk senaryomdan beri böyle olmamaya uğraştım, farklı yönleri olan, hem iyi hem kötü yanlarıyla çok boyutlu karakterler yazmaya çalıştım. ‘Evcilik’teki zıtlıklar ‘şehirli zengin çift/köylü yoksul çift’ kaba hatlarıyla ilk duyuşta bildik gelebilir, eski Yeşilçam filmlerini çağrıştırabilir. Ama filmi Yeşilçam ya da Hollywood klişelerinden ayıran şeyin karakterlerin derinliği olduğunu umuyorum.
Dört karakter de kendi içlerinde zıtlıklar barındırıyor, güçlü oldukları, kırılgan oldukları yerler faklı. Bir de herhalde klişe bir Yeşilçam filminde iki kadının ortak bir dans dilinde buluştuğu bir rüya sahnesini kimse hayal bile edemezdi.
Film ekibi.
‘Bu koşullarda yapılabilecek en iyisini yaptık’
Filmde şu sahneyi başka çekseydik ya da şu kısmı kesmeseydik dediğiniz bir yer var mı? Evcilik içinize sindi mi?
Bu filmde ‘keşke’ dediğim bir şey yok. Bir filmde hastalık, kaza, hava şartları vs. her tür aksilik çıkabilir. Bazen yapımcılar her şeye çok müdahale eder. Yönetmen ekiple anlaşamayabilir. Bazen de yönetmen bütçeyi ya da kendi yeteneklerini aşan bir işin altında ezilebilir. Film kötü olursa yönetmenler başkalarını, dış şartları suçlayan şeyler söyler, nadiren de kendi yetersizliklerini itiraf ederler.
Bu filmde bunların hiçbiri olmadı. Öncelikle yapımcılar Nejat İşler ve Emre Oskay beni yaratıcı manada özgür bıraktılar, gönlüme göre çektim. Çok iyi bir oyuncu kadrosuyla, işini çok iyi yapan son derece profesyonel bir ekiple, çok sevdiğim insanlarla çalıştım.
Jenerikte adı geçen herkese çok teşekkür borçluyum. Çok sevdiğim müziklere yer verdim. Filmi hayalimdeki gibi yapabildim, günahıyla sevabıyla arkasında durabilirim. Tabii, bütçemiz daha fazla olsaydı ve 17 gün yerine, diyelim ki altı haftada çekseydik daha da güzel yapar mıydık, elbette yapardık. Ama daha fazlasını ve iyisini istemenin sonu yok, bu koşullarda yapılabilecek en iyisini yaptık.